You are currently viewing Polisiye Hikaye Bir Cinayet Plani

Polisiye Hikaye Bir Cinayet Plani

Kadın, dişlerini sıkarak uyandı. Kötü, bir rüya görmüştü. Hayır, rüya değil bir kabustu bu. Son zamanlarda sık sık görmeye başladığı, ayrıntılarını ise asla hatırlayamadığı kabuslardan biriydi.
Biraz sakinleşince yataktan kalktı, aynanın önüne gitti. İnce parmaklarını siyah, dalgalı saçlarının arasında okşarcasına dolaştırdı. Sonra, bir süre kendisini seyretti hiç kıpırdamadan. Otuzundan fazla göstermiyordu. Omuzları düzgün, göğüsleri diriydi. Yüzünde en ufak bir pürüz yoktu. Çekmecedeki sigara paketine uzandı. Bir sigara aldı ama yakmadı, parmaklarının arasında tutarak balkona çıktı. Dışarda yoğun ve gürültülü bir yağmur yağıyordu. Aylardan ağustostu.
“Hava hala sıkıntılı,” diye seslendi içeriye.
İçerdeki adam yanıt vermedi. Kendince çok önemli bir konuya kafa patlatıyordu. Belden yukarısı çıplaktı. Yatağa uzanmış, sağ elindeki yeşil renkli kalemle, bükülü duran dizlerine dayadığı katlanmış eski bir gazetenin üzerindeki kağıda bir şeyler karalıyordu. Sol eli ise başının arkasındaydı.
Kadın, erkeğin suskunluğuna aldırmadı. Sigarasını yakarak dışarıyı seyretmeyi sürdürdü. Balkondan hem deniz hem de park görünüyordu. Kumsal bomboştu. Biraz sonra yağmur hafifledi. Kadın sigarasını söndürüp içeri girdi. Balkon kapısını kapattı. Üşümüştü. Yatağa girer girmez üstüne pikeyi çekti. Erkeğe yaklaştı, başını çıplak omzuna dayadı.
“Ondan nefret ediyorum,” dedi.
Erkek, elindekileri komodinin üzerine bırakıp kadına döndü.
“Peki, benden?”
“Deli. Seni seviyorum.”
“Kocanı hiç sevmedin mi?”
“Hiçbir zaman. O beni hep satın aldığı bir eşya gibi gördü. Süslü, pahalı ve istediği zaman, istediği gibi kullanabileceği bir eşya. Bir mal yani. Herkesten kıskanır beni. En değerli malıyım çünkü.”
Adam kadının gözlerinin içine baktı.
“Hepsi bitecek sevgilim. Ondan sonsuza dek kurtulacaksın.”
Kadın ağzını çarpıtarak güldü.
“Seninle seviştiğimizi öğrense çılgına dönerdi.”
“O kadar meşgul ki, bize ayıracak zamanı yok,” dedi erkek.
Bir an durduktan sonra ekledi.
“Kocanın bu kadar çok yurt dışına gidip gelmesi, sence de biraz garip değil mi?”
Bir sessizlik oldu.
“Korkuyorum,” dedi kadın birden. Bu bir nazlanma değildi. Gerçekten korkuyordu.
“Seni seviyorum,” dedi erkek
Sesi yumuşak ve sevecendi. Kadını güçlü kollarıyla kendine doğru çekti ve uzun uzun öptü.
Kent dışında, deniz kıyısında, eski fakat güzel bir oteldeydiler. İki gün önce gelmişler ve dışarıya çok az çıkmışlardı.
“Korkacak bir şey yok,” dedi erkek güven dolu bir sesle. “Herşeyi en ince ayrıntısına kadar planladım.”
“Biliyorum,” diye mırıldandı kadın. “Yine de içimde bir korku var işte.”
Erkek kadının saçlarını okşadı, parmaklarını yüzünde gezdirdi. Sonra ellerini tuttu. Avuçları alev alev yanıyordu.
“Sen gerçekten çok gerginsin.”
Kadın gözlerini tavana dikti.
“Gene kabus gördüm.”
Erkek hafifçe kaşlarını kaldırdı. Yüzünde, tuhaf bir ifade belirmişti.
 “Asıl sen nasıl böyle sakin olabiliyorsun?” diye sordu kadın. Sesinde belirgin bir merak vardı.
Erkek gülümsedi. Dudaklarının arasından görünen dişleri düzgün ve bembeyazdı.
“Kocanı günlerdir izliyorum,” dedi. “Belki de artık onu senden daha iyi tanıyorum. Eğer biz bir hata yapmazsak….”
Kadın, parmaklarının ucuyla erkeğin dudaklarına dokundu.
“Sus, bunu hiç söyleme. Bir hata yapmak…  Başaramamak…  En son duymak isteyeceğim sözler bunlar.”
“Böyle bir şey olmayacak sevgilim.”
“Düşünebiliyor musun? Gazetelerde ikimizin boy boy resimleri. Evinde ölü bulunan zengin işadamının karısıyla sevgilisi cinayeti birlikte işlediklerini itiraf ettiler.”
“Bizim planımız kusursuz. Bizden hiç kimse kuşkulanmayacak.”
Kadın derin bir nefes aldı. Erkeğe iyice sokuldu.
“Yağmur yeniden hızlandı,” dedi titrek bir sesle.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadı erkek.
“Ben de seni,” dedi kadın.
Bir saat sonra yağmur dindi, bulutların arasından sıyrılan güneş, denizi önce gümüş, daha sonra portakal rengine boyadı. Sokakta koşuşan çocukların sesleri odaya kadar geldi. Hala yataktaydılar. Kadın yeniden bir sigara yaktı, düşünceliydi. Deminden beri, tatlı ve yumuşak sesiyle cinayet planını son bir kez daha anlatan sevgilisini dinlemiş, arada bir bazı sorular sormuştu. Günlerdir üzerinde çalıştıkları plan artık tam anlamıyla kusursuz bir duruma gelmişti. Herşey dakikası dakikasına hesaplanmış, atılacak her adımın, söylenecek her sözün yeri ve zamanı dikkatle belirlenmişti. Evet, bu gerçekten kusursuz bir plandı.
“Yağmur kesildi,” dedi kadın. Gülüyordu.
Erkek de güldü.
“Yaz yağmuru bu kadar olur,” diye mırıldandı.
Kadın bir kahkaha attı.
“Şu halimize bak,” dedi. Pikeyi üstünden atıp yataktan kalktı. Pencerenin önündeki koltuğa oturdu.
“Ne varmış halimizde?” diye sordu erkek.
Kadın, sigarayı tutan elini dramatik bir şekilde havada salladı.
“Zengin kadın ve şoförü.”
Erkek bakışlarını kadından kaçırdı. Utanmış gibiydi. Kadın ona aldırmadı.
“Yalnız şoförü değil, aynı zamanda aşığı. Üstelik bir cinayet planlıyorlar. Kadının kocasını öldürecekler.”
Erkek yataktan çıkarak kadının yanına geldi. Gözleri çakmak çakmak parlıyordu.
“Korkuyorsun,” dedi.
Kadın sigarasını son bir nefes çekip söndürdü. Dumanını tavana doğru üfledi.
“Evet,” dedi. “Ama, sen bana bakma. Ben hep böyleyimdir.”
“Bu iş çok kolay olacak,” dedi erkek. Sesi yine güven doluydu. “Planımızın mükemmel olduğunu biliyorsun.”
“Biliyorum. Benim korkum zaten o değil. Ben, kalbimizi kötülüğe açmaktan korkuyorum.”
“Bunu daha önce de konuşmuştuk, dedi erkek. Canının sıkıldığı sesinden belliydi. Yeniden yatağa uzandı.
Kadın onu gözleriyle izledi. Uzun boyluydu. Çok gençti. Çenesindeki yara izine rağmen, yüzü o kadar güzel ve sevimliydi ki, görür görmez hoşlanmıştı ondan. Sonra ne olmuşsa olmuş, kendisini onun kollarında bulmuştu.
“Bu otele çok geldik,” diye mırıldandı. Şikayet eder gibi söylemişti ama aslında burayı seviyordu.
“Bizi tanımaları olanaksız,” dedi erkek. Gözlerini tavana dikmişti. “Buraya her defasında kiraladığımız başka bir arabayla geliyoruz. Resepsiyona gerçek isimlerimizi vermiyoruz. Ayrıca sen sarı bir peruk ve o iri güneş gözlüğünü takıyorsun. Hayır bizi tanımaları olanaksız.”
“Yine de çok geldik. Başka bir yere gidebilirdik.”
“Burası sakin bir yer. Kimse kimseyi tanımıyor, tanımak için bir çaba da harcamıyor. Hem, senin arkadaşlarından biriyle karşılaşma olasılığımız da sıfır.”
“Haklısın,” dedi kadın keyifsiz bir sesle.
Bir süre konuşmadılar. Sonra, kadın balkona çıktı. Erkek de yanına geldi. Kadının beline sarılarak ensesinden öptü.
“Bak,” dedi kadın. “Denize giriyorlar.” Sesinde çocuksu bir sevinç vardı.
Erkek, yandaki bahçeden gelen ıslak yaprakların taze kokusunu içine çekerek derin derin soludu. Çenesini kadının omzuna dayadı.
“Kocandan kurtulmayı gerçekten istiyorsun değil mi:”
Bir an duraksadı kadın.
“İstediğimi biliyorsun.”
“Bana biraz karasızmışsın gibi geldi.”
“Hayır, kararsız filan değilim. Ondan nefret ediyorum. Onun bana karşı ne kadar acımasız davrandığını sen de gördün. Seni tanıdıktan sonra, artık onunla yaşamam mümkün değil.”
“Oysa bana karşı her zaman iyi davrandı, güvendi. Dürüst konuşmak gerekirse, bu bakımdan vicdanımın biraz rahatsız olduğunu söylemeliyim.”
Kadın gözlerini kıstı.
“Yoksa vaz geçmek mi istiyorsun?”
“Asla. Bu işe karar verdik bir kez. Mutlaka yapacağız. Senin acı çekmene dayanabilir miyim sanıyorsun? O adam öldürülmeyi hakediyor.”
Kadın, kolundaki elmas taşlarla süslü saatine baktı. İkiye geliyordu.
“Artık toparlansak iyi olur,” dedi. “Uçak saat beşte inecek.”
İçeri girdiler. Kadın banyo yapmak için soyundu. Erkek yatağa uzanıp onu seyretti. Sonra valizi hazırladı. On dakika sonra kadın banyodan çıktığında giyinmişti bile. Pencereden dışarı baktı. Hava yeniden bozuyordu.
Valiz yatağın üzerindeydi. Kapağı henüz kapatılmamıştı. Kadının bakışları donup kaldı bir anda. Giysilerin en üstünde bir tabanca duruyordu.
Erkek, kadının bakışlarının sabitleştiğini görünce,  “Kocanın tabancası,” diye açıkladı. “Onu kendi tabancasıyla vuracağız. Daha doğrusu, ben vuracağım. İçinde iki kurşun var ama bu bizim için yeterli. Tam kalbine tek bir mermi. Temiz ve basit.”
Kadının başını çevirdiğini görünce sustu. Bu konuda daha fazla konuşmak istemediğini anlamıştı.
“Ben resepsiyona iniyorum,” dedi. “Hesabı kapatacağım. Sen de onbeş dakika sonra arabaya gelirsin.”  Fermuarını dikkatle kapattığı valizi aldı ve dışarı çıktı.
Kadın, aceleyle kurulanıp giyindi. Saçlarını taradı, gelişigüzel bir makyaj yaptı. Sarı peruğunu ve koyu renkli gözlüklerini taktı. Hazırdı artık. Odadan ayrılmadan önce, unuttuğu bir şey olup olmadığını anlamak için, son bir kez içeriye göz gezdirdi. Hayır, yoktu. Kapıyı kapatıp merdivenlerden aşağı indi. Kimseyle karşılaşmadan otelin dışına çıktı.  Erkek arabanın ön camını bir bezle siliyordu. Onu görünce bezi yere attı.
 “Hadi, gidelim,” dedi.
Kadın öne oturdu. Arabayı erkek kullanacaktı.
Gaza basarken, “ Tam iki saat zamanımız var,”  diye mırıldandı.
Kadın sakin bir sesle, “Artık ne olacaksa olsun,” dedi.
Erkek gülümsedi.
Arabayı çok dikkatli kullanıyordu. Birkaç dakika sonra kasabanın dışına çıktılar. Kente giden yolun bir yanı dağ, diğer yanı denizdi. Yol bazan dağların arasından, tehlikeli ve dar dönemeçlerden geçiyor, bazan da denizin kıyısında dümdüz gidiyordu.
“Yine yağacak,” dedi erkek, gözlerini yoldan ayırmadan.
Kadın içini çekti.  Koyu gri bulutlar gene çoğalmışlardı gökyüzünde. Deniz sakindi ama yağmur her an başlayabilirdi. Camı azıcık araladı, dışardaki taze havayı çekti ciğerlerine.
Yol boyunca hiç konuşmadı kadın. Hiçbir şey düşünmedi de.  Karanlık denizi, çam ağaçlarını ve yamaçlardaki sisin dalgalanışını seyretti yalnızca. Zihnini doğayla meşgul ederek oyalanmaya çalıştı.
Yarım saat sonra kentin dış mahalleleri göründü.
“Geliyoruz,” dedi erkek, duygusuz bir sesle.
Bir kavşaktaki kırmızı ışıkta durdular.
Kadın birden sıçrayarak inledi ve nefesini tuttu. Erkek hayretle ona doğru döndü.  Ne olduğunu anlayamamıştı.
“Kocam,” diye açıkladı kadın, kısık bir sesle. “Sanki onu görür gibi oldum. Şu karşıdaki kırmızı tuğlalı binanın önünde.”
Erkek kadının gösterdiği binaya baktı. Kent dışındaki ikinci sınıf gece klüplerinden biriydi. Kentin çevresi buna benzer batakhanelerle doluydu.
“Dinle,” dedi, her zamanki sakin ve sevecen sesiyle. “Kocan böyle bir yere asla gelmez. Hem uçağının inmesine bir saatten fazla zaman var.”
“Haklısın, biliyorum,” diye mırıldandı kadın bir kedi gibi büzülerek. Yine de heyecanı tam anlamıyla geçmemişti. Ne diyeceğini bilemeden kaldı bir süre. Başını erkeğin omuzuna dayamak istedi ama yapmadı. “Sinirlerim iyice bozuldu artık. Herşey bitmeden rahat edemeyeceğim.”
Erkek kadının yanağını okşadı.
“Biraz daha sabret sevgilim. Sık dişini.”
Trafik lambaları kırmızıdan yeşile geçtiler. Araba kükreyerek ileriye atıldı. Yağmur giderek şiddetleniyordu.
Otopark, eve fazla uzak değildi. Arabayı üçüncü kata  bıraktılar. Kiralama şirketine yarın telefon edeceklerdi. Üstlerini değiştirmeleri iki dakika bile sürmedi. Bir anda yeniden patronun karısı ve şoförü oluvermişlerdi. Çıkardıkları giysileri, peruğu, gözlükleri ve küçük kaçamaklarda kullandıkları bütün ıvır zıvırları büyük bir torbaya koyup otoparkın çöplüğüne attılar. Jaguar, ikinci katta, iki gün önce bıraktıkları yerde onları bekliyordu. Bu kez kadın arkaya geçti. Erkek, hemen hemen boşalmış olan küçük valizi kadına vermeden önce içinden tabancayı aldı ve arabanın torpido gözüne dikkatle yerleştirdi.
Yağmur olanca şiddetiyle yağıyor, cam silecekleri deli gibi çalışıyorlardı.
Sonunda ev göründü. Etrafı taş duvarla çevrili yüksek bir tepenin üstüne kurulmuş, soğık ve kasvetli bir yapıydı. Külah biçimli kuleleri ve karanlık mazgallarıyla tıpkı bir şatoya benziyordu. Kadın, elinde olmadan titredi. Bahçe kapısına ulaştıklarında erkek, arabayı çalışır durumda bırakarak dışarı çıktı. Hızlı hareketlerle duvardaki küçük bir kapağı kaldırdı. Kapıyı  açan elektronik kartı yuvasına soktu. Biraz bekledi, sonra çıkardı, kapağı kapattı ve koşarak yeniden arabaya bindi. Bir dakikadan daha az bir süre dışarda kalmıştı ama sırılsıklam olmuştu. Dikiz aynasından kendisini endişeyle izleyen kadına baktı. Bir şey söyleyecekken vaz geçti. Arabayı çalıştırıp iki yanı ağaçlı yola doğru sürdü. Bahçe kapısı arkalarından ağır ağır kapandı.
Kadın oturduğu yerde iyice büzülmüştü. Herşeyin yolunda gideceğini düşünüyordu ama yeniden bu duvarların arasına girmenin dehşetini hesaba katmamıştı. İki yanı ağaçlı yol uzadıkça uzuyor, yağmur çılgıncasına yağmaya devam ediyordu.
Evin önündeki çimenlikte erkek arabayı durdurdu. Torpido gözünden tabancayı aldı,  arka kapıya gidip kadının inmesine yardım etti. Mermer basamakları çabucak çıktılar, eve girdiler.
Kadın, salonun en dibindeki büyük kanapeye uzandı. Uykusu gelmişti. Uyumamak için bir sigara yakmayı denedi. Hayretle, çakmağı tutan elinin titrediğini görerek sigara içmekten vaz geçti. Sakin olmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Sanki bir şeyler ters gitmişti ya da gidecekti. Ne olabilirdi ki bu? Planda bir hata mı yapmışlardı acaba? Yoksa yolda gelirken gözüne  çarpan ve kocasına benzettiği o adam mıydı bütün bu stresin sebebi?  Evet, evet, bunun gibi bir şeydi mutlaka. Gördüğü ama dikkat etmediği, üstünde durmadığı bir olgu. Ama şimdi o kadar yorgundu ki, hiçbir şey hatırlamıyordu.
Erkek terasa bakan pencerenin önünde, perdeyi hafifçe aralamış, dışarıyı gözlüyordu. Buradan, hem mermer merdivenleri ve  çimenliği, hem de ağaçlı yolu aynı zamanda izlemek mümkündü.
Dakikalar boyunca hiç konuşmadan orada durdu. Hatta yerinden kıpırdamadı bile. Karanlık salonda öylece dikilip öldüreceği adamın evine geri dönmesini bekledi.
Pencerenin arkasındaki erkek, kadına eliyle dışarıyı gösterdi ve sessiz olmasını işaret etti. Kadın, artık oyundaki son perdenin son sahnesine geldiklerini anlamıştı. Yerinden usulca kalktı, pencereye doğru gitti. Kocasının arabasını mermer merdivenlerin önünde park etmiş halde görünce bir an soluksuz kalır gibi oldu. Kalbine derin bir ağrı saplandı. Ama hayır, dönmeyecekti yolundan. Bu iş artık bu akşam bitmeliydi.
Erkek büyük bir dikkatle, arabadan çıkan adamı izliyordu. Görünmemek için adeta duvara yapışmıştı. Perdeyi kıpırdatmamaya büyük özen gösteriyor, nefesini bile kontrollü bir biçimde alıp veriyordu.
Merdivenleri hızla tırmanan adam, arabasının farlarını kapatmamıştı. Elektronik anahtarıyla evin kapısını açtı, uzun holü duraksamadan geçti ve salona girdi.
Işıklar yandı birden… Erkek, elini belindeki tabancaya doğru götürdü…
Kadın, içeri giren kel kafalı, ufak tefek adama  şaşkınlıkla baktı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor, fakat bir türlü sonunu getiremiyordu. Beynindeki şiddetli zonklama, bütün algılama yeteneğini sıfıra indirmişti.
Ufak tefek adam, yassı burnunun ve küt çenesinin iyice anlamsızlaştırdığı bir yüz ifadesiyle başını iki yana salladı. “Çok kötü,” diye mırıldandı kendi kendine. “Çok kötü.”
Yüzü gibi sözleri de anlamsızdı.  Güven vermiyor, korkutuyordu. İçini çekerek koltuklardan birine otururken iyice kıstığı gözlerine şeytani bir kırmızılık yayılmıştı.
Kadın şiddetli bir sinir krizinin eşiğindeydi. Adama yaklaşarak, “Ne oldu?” diye sorabildi en sonunda güç duyulur bir sesle. “Ne oldu anlat, herşeyi anlat.”
Adam buz gibi bir sesle, “Kocan herşeyi biliyor,” dedi. İncecik dudaklarının arasından adeta tıslayarak çıkmıştı bu üç kelime.
Kadın afallamıştı. Bütün vücudu, kapıldığı paniğin etkisiyle tir tir titriyordu. Öfkeyle sevgilisine seslendi. “Ateş etsene, ne duruyorsun? Öldür şunu.”
Adam, gevrek bir kahkahayla güldü. “Kime sesleniyorsun? Sevgiline mi? Ama o burada değil ki?”
Kadın dönüp pencereye baktı, kimse yoktu.
 “Hayır!  O burada. Ona ne yaptınız? “ Sesi bir çığlığa benziyordu.
Adam birden sertleşti.
“Aptallaşma. O hiçbir zaman burada olmadı. Hadi kalk gidiyoruz. Üstüne bir şeyler giy.”
Kadın, adamın sözlerine itaat etmek zorunda olduğunu farketmişti. Ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdü.
“Üstüne bir şey almayacak mısın?”
Kadın cevap vermedi.
Adam, “Belki, böylesi daha iyi,” diye mırıldandı.
Küçük, kırmızı, spor bir arabaya bindiler. İkisi de öne ancak sığabilmişlerdi. Adam söylene söylene motoru çalıştırdı. Ağaçlıklı yoldan aşağıya doğru hızla indiler. Şatonun dışına çıktıklarında yağmur yeniden şiddetlendi. Yollar kalabalıktı. Trafik, yağmur yüzünden karmakarışık bir hale gelmişti.
Adam konuşmuyordu ve bu suskunluk kadını daha çok korkutuyordu. Nereye gidiyorlardı, ne yapacaklardı? Ya sevgilisi? Ona ne olmuştu? Neden kaybolmuştu aniden? Birden kendini çok umutsuz hissetti. Herşey bitmiş, mahvolmuştu. Artık mücadele edecek gücü yoktu. Ölmekle yaşamak arasında bir fark kalmamıştı. Tıpkı boğulmakta olan bir insan gibi, kendisini saran azgın dalgalara teslim olmak üzereydi. Evet, boğuluyordu ve onu sudan hiç kimse çekip çıkartmayacaktı. Birkaç dakika sonra, mücadele etmeyi bırakacak ve denizin derinliklerinde kaybolup gidecekti.
Teslimiyet duygusu kadını rahatlattı. İçindeki korku, yerini huzurlu bir sessizliğe terketti. Kaderine razı bir bekleyişin telaşsızlığıyla doğruldu yerinden.
Adam yan gözle kadını süzdü. Yüzünde aynı anlamsız, donuk ifade vardı. Herşeyin yolunda gittiğine karar verdikten sonra küçük, çipil gözlerini yola dikti.
Yağmur kesilmiş, yusyuvarlak bir dolunay bulutların arasından süzülüp ağaçların tepesine oturmuştu. Asfalt, gelip geçen arabaların ışıklarıyla pırıl pırıldı.
Kadın, şimdi daha makul ve mantıklı düşünebiliyordu. Şehir dışına çıkmışlardı. Gece olduğundan geçtikleri yerleri tanımakta zorlanıyordu. Fakat bir tepeyi geçtikten sonra durumu anladı. Sevgilisiyle kaçamak yaptıkları otelin yoluydu bu. Adam onu otele geri götürüyordu. Neden yapıyordu ki bunu? Yoksa kocası onu orada mı bekliyordu?
Soru sormanın yararı yoktu. Harakete geçmeli, bir şeyler yapmalıydı. Kaybedecek nesi kalmıştı ki? Canını bile teslim etmeyi kabullenmişti. Bu ona huzur vermişti ama, herşeyi göze alabilecek bir saldırganlığa bürünmesini de kolaylaştırmıştı.
“Sigaran var mı?”
Adam, cebinden çıkardığı paketten bir tane sigara aldı ve kadına uzattı. Kadın, sigarayı düzeltti, uç kısmıyla avcuna birkaç kez vurdu, sonra orta ve işaret parmaklarının arasına alıp dudaklarına götürdü.
“Ateş?”
Kadın, adamın bıyık altından gülüp gülmediği konusunda emin değildi. Kendisini aptal yerine koydurduğunu farkındaydı ama otele beş dakikalık bir yol kalmışken bütün kozlarını masaya sürmekten başka çaresi yoktu.
Adam, küçük otomobilin çakmağını çalıştırıp kadına verdi. Bu sefer açıkça pis pis sırıtıyordu. Kadının sigarasını yakışını, derin bir nefes çekişini, dumanını havaya üfleyişini, eğlenceli bir televizyon şovunu seyredercesine, yan yan bakarak keyifle izledi.
Kadın bu gaflet anını kaçırmadı. Büyük bir hızla kırmızı kor halindeki çakmağı, adamın önce eline, sonra çenesine yapıştırdı. Sigarayı boynunda, çakmağı ise yanağında söndürürken adam direksiyon hakimiyetini çoktan kaybetmişti. Aralarındaki boğuşma fazla uzun sürmedi. Kırmızı renkli, küçük spor araba büyük bir hızla yoldan çıktı ve birkaç takla attıktan sonra yandaki hendeğe yuvarlandı.
               ***
Aniden kaybolan kadının cesedi, üç gün sonra deniz kıyısında, çocuklar tarafından bulundu. Boğulmuştu. Bu durum kimseyi şaşırtmadı. Odasındaki bir kağıt parçasına ölümünden kimsenin sorumlu tutulamayacağını yazan kendisiydi. Bekardı ve İstanbul’da oturuyordu. Otel kayıtlarındaki ismi ve adresi sahteydi. Polonezköy’de, etrafı taş duvarla çevrili yüksek bir tepenin üstüne kurulmuş, külah biçimli kuleleri ve karanlık mazgallarıyla tıpkı bir şatoya benzeyen ünlü bir sağlıklı yaşam kliniğinde hemşire olarak çalışıyordu. Geldiği günden beri odasından çıkmamış, ne akşam yemeğine, ne kahvaltıya inmişti.
***
Kumsalda dolaşan meraklıları, küçük, çipil gözlerini kısarak bir süre izleyen otel sahibi, “Bu hiç iyi olmadı,” dedi. “Otelimizin adı kötüye çıkacak.”
Kel kafalı, ufak tefek bir adamdı. Her zamanki gibi, bakışları donuktu. Yüzü ise ifadesizdi. Köşeli çenesi, ince dudakları ve yassı burnuyla bir otel sahibinden çok, mafya babalarına benziyordu. Oysa adamın melek gibi bir kalbi vardı. Gününün büyük zamanını lobide geçirir, ya gazetesini okur, ya da gelip giden müşterilerle ilgilenirdi. Bazan da küçük, kırmızı spor arabasını yıkardı.
Yakışıklılığını çenesindeki yara izinin bile gölgeleyemediği uzun boylu, genç resepsiyonist, patronuyla aynı fikirde değildi.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler,” dedi, bembeyaz ve düzgün dişlerini ortaya çıkaran sevimli bir gülüşle. “Bence bu, bedava bir tanıtım oldu sizin için.”
Ufak tefek adam sesini çıkarmadı. Bakışları iyice donuklaşmış, yüzü büsbütün ifadesizleşmişti.
’Kuşak farkı dedikleri bu olsa gerek,’ diye düşünüyordu.
Yazılarımızı beğeniyorsanız hemen aşağıda yer alan Twitter ve Facebook düğmeleri aracılığı ile çevrenizle paylaşmanızı rica ederiz. Desteğiniz için teşekkürler!

Yazar:

Gencoy Sümer
Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum

Gencoy Sümer

Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.