Agatha Christie hikayesi Mavi Sardunyalar

Bir Miss Marple Öyküsü: Mavi Sardunyalar

Agatha Christie’den bir polisiye hikaye

“Ben geçen sene buradayken” dedi ve durdu Sir Henry Clithering.

Ev sahibesi Mrs. Bantry ona merakla baktı. Scotland Yard’ın eski müdürü, St. Mary Mead yakınlarında yaşayan eski dostları Albay ile Mrs. Bantry’nin yanında kalıyordu. Mrs. Bantry elinde kalemiyle, o akşamki yemeğe altıncı misafir olarak kimi çağıracaklarını danışmıştı kendisine.

– Evet, dedi Mrs. Bantry, teşvik edercesine. Geçen sene siz buradayken?

– Söyler misiniz bana, dedi Sir Henry. Mrs. Marple’ı tanır mısınız?

Mrs. Bantry şaşırdı. Beklediği en son şeydi bu.

– Miss Marple’ı tanımak mı? Kim tanımaz ki? Kurgu edebiyatının tipik yaşlı kızı.

Şeker bir insan, ama çağın gerisinde kalmış iflah olmaz biri. Yani yemeğe onu mu çağırmamı istiyorsunuz?

– Şaşırdınız mı?

– İtiraf etmeliyim ki, biraz. Sizin böyle bir şey isteyeceğinizi tahmin etmezdim, ama bir açıklaması vardır herhalde.

– Açıklaması çok kolay. Geçen yıl ben buradayken, çözümlenmemiş, gizemli olayları tartışmayı âdet haline getirmiştik. Beş altı kişiydik. Romancı Raymond West başlattı bunu. Her birimiz, cevabını yalnızca kendimizin bildiği bir öyküyü anlatıyorduk. Bu, sonuca varmayı kolaylaştırmak amacıyla uygulama yapmak gibi bir şeydi. Hangimizin gerçeğe daha çok yaklaştığını görmeyi amaçlıyorduk.

– Ya!

– Eski hikâye. Miss Marple’ın oynadığını bile fark etmemiştik. Ama gene de nazik davranıyorduk kendisine, zavallı kadıncağızı incitmek istemiyorduk. Bir de ne görelim. İhtiyar kadın bizi her seferinde yenip alt etti.

– Ne?

– Sizi temin ederim ki öyle. Posta güvercini gibi dosdoğru gerçeğe gidiyordu.

– Ne kadar olağanüstü bir şey. Zavallı yaşlı Miss Marple, St Mary Mead’in dışına bile çıkmadı ömründe.

– Ama ona göre bu durum kendisine, insan tabiatını mikroskop altına yatırırcasına inceleyebilmesi için sınırsız olanak sağlamış.

– Burada bir gerçek payı olabilir, diye onayladı Mrs. Bantry. En azından insanların basit taraflarını bilir insan. Fakat aramızda gerçekten heyecan verici bir katil olduğunu sanmıyorum. Yemekten sonra onu Arthur’un hayalet öyküleriyle sınamalıyız. Buna bir çözüm bulursa ona müteşekkir kalırım.

– Arthur’un hayaletlere inandığını bilmiyordum!

– Aa! İnanmaz ki. Onu telaşlandıran da bu zaten. Bu, bir dostunun; son derece sıkıcı bir insan olan George Pritchard’ın başına geldi. Zavallı George için çok trajik bir durum. Ya bu olağandışı öykü doğru ya da…

– Ya da ne?

Mrs. Bantry cevap veremedi. Birkaç dakika sonra ilgisiz bir şekilde şöyle dedi: ,

– Biliyor musunuz, ben George’u severim. Onun böyle olduğuna insan inanamıyor, ama insanoğlu öyle olağanüstü işler yapıyor ki.

Sir Henry onayladı. O, insanların yaptığı olağanüstü işleri Mrs. Bantry’den bile daha iyi bilirdi.

O gece yemekte Mrs. Bantry yemek masasının etrafındakilere baktı (Bunu yaparken hafifçe titriyordu, çünkü yemek odası, bütün İngiliz yemek odaları gibi çok soğuktu). Gözleri, kocasının sağında dimdik oturan yaşlı kadına takıldı. Miss Marple siyah dantel eldivenler takmıştı, omuzlarında eski bir dantel şal vardı; başka bir dantel parçası da beyaz saçlarının üzerine iliştirilmişti. Heyecanlı bir şekilde Dr. Lloyd’lakonuşuyordu. Sağlık evinden ve bölgede görevli olan hemşireden şüphelendikleri ihmalkârlıklardan konuşuyorlardı.

Mrs. Bantry bir kez daha hayrete düştü. Hatta Sir Henry’nin çok ince bir espri yapmış olabileceğini bile düşündü, söylediklerinin doğru olabileceğine inanmadı.

Bakışları aranmaya devam etti ve sonunda güzel ve popüler bir aktrist olan Jane Helier’la atlar hakkında konuşmakta olan kırmızı yüzlü, geniş omuzlu kocasına sevgiyle baktı. Sahnedeki halinden bile daha güzel olan Jane, (eğer bu mümkünse tabiî) kocaman mavi gözlerini açıp, “Öyle mi? Şu işe bakın! Ne olağanüstü! diye fısıldıyordu muntazam aralıklarla. Atlarla ilgili hiçbir şey bilmiyordu ve buna aldırmıyordu da.

– Arthur, dedi Mrs. Bantry. Zavallı Miss Jane’in canını sıkıp onu rahatsız ediyorsun. Atlan bırak da, yerine ona hayalet öykünü anlat. Biliyorsun… George Pritchard’la ilgili olanı.

– Ne dedin Dolly? Ama bilmem ki.

– Sir Henry de duymak istiyormuş. Ona bu sabah bahsediyordum bu konudan. Herkesin bu konuda ne söyleyeceğini duymak ilginç olurdu.

– Ah! Lütfen anlatın. Ben hayalet öykülerine bayılırım, dedi Jane.

– Ee… diye tereddüt etti Albay Bantry. Ben pek doğaüstü şeylere inanmam. Ama bu… Ben hiçbirinizin George Pritchard’ı tanıdığınızı sanmıyorum. En iyilerden biridir. Karısı öldü. Zavallı kadın. Şu kadarını söyleyebilirim ki, sağken George’a pek gün göstermedi. O, yarı felçli olan insanlardandı. Gerçekten bir sakatlığı vardı. Ama her ne idiyse sonuna kadar kullanırdı bunu. Kaprisli, mantıksız ve mükemmeliyetçiydi.Sabahtan akşama kadar yakınırdı halinden. George’un da her an emrine amade olmasını isterdi. Adamın her yaptığı şey yanlıştı. Eminim ki erkeklerin pek çoğu, böyle bir kadının kafasını baltayla uçurur ve ona durmadan lanet okurdu. Öyle değil mi Dolly?-Korkunç bir kadındı, dedi Mrs. Bantry kendinden emin bir şekilde. Eğer George Pritchard kadının beynim baltayla dağıtsaydı ve jüride de birkaç kadın olsaydı bile, eminim ki rahatlıkla beraat ederdi.

– İşin nasıl başladığını bilmiyorum.

George bu konuda biraz belirsiz davrandı.

-Sanırım Mrs. Pritchard’ın, her zaman falcılara, el falı bakanlara, gaipten haber, verenlere ve o tür işlerle uğraşanlara bir düşkünlüğü vardı. George’un buna bir itirazı yoktu. Eğer kadın kendini böyle eğlendirebiliyorsa ne âlâ. Ama adam, kendisini bu tür heyecanlara kaptırmayı reddediyordu. Bu da başka bir üzüntü kaynağıydı.

Bir dizi hastane hemşiresi geldi geçti evden. Mrs. Pritchard birkaç haftada onlardan bıkıyordu. Genç bir hemşire bu falcılık işine pek meraklıydı. Mrs. Pritchard bir müddet ondan çok hoşlandı. Derken birden onunla bozuştu ve hemşirenin gitmesi için ısrar etti. Eskiden kendisine bakmış olan yaşlıca bir hemşireyi tekrar işe aldı. Bu kadın, nevrozlu hastalara karşı anlayışla davranmayı biliyordu. George’a göre, Hemşire Copling iyi biriydi ve aklı başında bir kadındı. Mrs. Pritchard’ın sinir krizlerini ve huysuzluk nöbetlerini soğukkanlılıkla karşılıyordu.

Mrs. Pritchard öğle yemeğini daima üst katta yerdi ve genellikle öğle yemeği saatinde hemşire ile George öğleden sonrası için bir program yaparlardı. Kesin konuşmak gerekirse, hemşire saat 14’ten 16’ya kadar izinliydi, ama George öğleden sonra serbest kalmak istediğinde, iznini çay saatinden sonra kullanırdı. Bu sefer Golden Green’deki kız kardeşini görmeye gideceğini, dolayısıyla biraz gecikeceğini söylemişti. George’un suratı asıldı, çünkü golf oynamayı planlamıştı. Gerçi Hemşire Copling ona teminat vermiş:

“Mr. Pritchard ikimizin yokluğunu da fark etmez.” Ve gözleri ışıldamıştı: “Mrs. Pritchard’ın bizden daha heyecan verici bir misafiri olacak.”

“Kimmiş o?”

“Durun bakayım” Hemşire Copling’in gözleri her zamankinden daha fazla ışıldadı. “Doğrusunu bulayım. Geleceği Görebilen Medyum Zarida.”

“Aman Tanrım” diye homurdandı George, “Bu da yeni birisi mi?”

“Oldukça yeni. Sanırım benim selefim Hemşire Carstairs yolladı onu. Mrs. Pritchard henüz görmedi kadını. Bu öğleden sonrası için randevu ayarlamak üzere mektup yazdırdı bana.”

“Her neyse, ben golf oynayabileceğim” dedi George ve Geleceği Görebilen Medyum Zarida’ya en içten duygular besleyerek uzaklaştı.

George eve döndüğünde, Mrs. Pritchard’ı altüst olmuş bir vaziyette buldu. Hasta her zamanki gibi yatağında uzanmıştı ve elindeki şişede sık aralıklarla kokladığı amonyak ruhu vardı.

“George!” diye seslendi. “Bu evle ilgili ne anlatmıştım ben sana? İçeri girdiğim anda burada bir tuhaflık olduğunu hissetmiştim! O zaman söylememiş miydim sana?”

“Sen her zaman söylersin zaten” deme arzusunu güçlükle bastırarak, “Hayır hatırlamıyorum” dedi George.

“Benimle ilgili hiçbir şeyi hatırlamazsın zaten. Erkekler o kadar duyarsız oluyorlar ki. Ama ben senin birçok erkekten daha da duyarsız olduğuna inanıyorum.”

“Sevgili Mary, insafsızlık etme.”

“İşte sana söylediğim gibi bu kadın anında anladı. Kadın içeriye girmeye çekindi ve ‘Burada tehlike ve kötülük kol geziyor. Hissediyorum bunu’ dedi.”

George akılsızca güldü.

“Eh bu öğleden sonra paranın karşılığını almışsın.”

Karısı gözlerini yumarak, şişeyi uzun uzun kokladı.

“Benden nasıl da nefret ediyorsun. Ölüyor olsam, gülüp eğlenirdin.”

George itiraz etti ve kadın birkaç dakika sonra konuşmaya başladı.

“İstiyorsan gidebilirsin, ama ben sana her şeyi anlatacağım. Bu evin benim için tehlikeli olduğunu söyledi kadın.”

George’un, Zarida’ya karşı duyduğu olumlu duygular değişmeye başlamıştı. Karısının, o yersiz inadı tuttuğu takdirde, yeni bir eve taşınmak için ısrar edeceğini biliyordu.

“Başka neler söyledi?” diye sordu.

“Pek bir şey söylemedi. O kadar sıkkındı ki canı. Bir bardağın içinde menekşeler vardı. Onları gösterip bağırdı: ‘Onları uzaklaştır. Mavi çiçekler olmasın. Mavi çiçekler senin için öldürücü olurlar, bunu unutma.’ Bilirsin, mavi renk bana hep itici gelmiştir. İçgüdülerim her zaman beni bu renge karşı uyarır” dedi Mrs. Pritchard.

George, düşündüklerini ona söylemeyecek kadar akıllıydı. Onun verine, gizemli Zarida’nın neye benzediğini sordu? Mrs. Pritchard büyük bir hevesle tarif etmeye başladı.

“Siyah saçları kulaklarının üzerinde toplanmıştı, gözleri yarı kapalıydı ve büyük siyah halkalar vardı etrafında. Ağzını ve çenesini örten siyah bir tül peçe vardı ve şarkı söylercesine konuşuyordu. Belirgin bir yabancı aksanı vardı, İspanyol’du galiba.

“Mesleğinin tüm güçlü özelliklerini yansıtıyordu yani” dedi George neşeyle.

Karısı hemen gözlerini yumdu.

“Çok hasta hissediyorum kendimi” dedi. “Hemşireyi çağır. Bildiğin gibi, sevgisizlik beni hasta ediyor.”

Bu olaydan iki gün sonra Hemşire Copling, asık bir suratla George’un yanına geldi.

“Mrs. Pritchard’ın yanına gelir misiniz? Kendisini çok üzen bir mektup aldı.”

Karısını, elinde bir mektupla buldu. Kadın mektubu ona uzattı.

“Okusana” dedi.

George okudu. Mektup, büyük ve siyah harflerle ağır kokulu bir kâğıda yazılmıştı.

“Geleceği gördüm. Çok geç olmadan ikaz ediyorum. Dolunaydan sakın. Mavi çuhaçiçeği bir ikaz niteliğindedir. Mavi gülhatmi tehlike anlamına gelir, mavi sardunya ise ölüm demektir.”

George tam bir kahkaha koyuverecekti ki, Hemşire Copling’in gözündeki ifadeyi gördü. Hemşire, George’u ani bir el hareketiyle uyardı. George biraz da beceriksiz bir şekilde “Mary, kadın muhtemelen seni korkutmaya çalışıyor. Zaten mavi çuha çiçeği ve mavi sardunya da yoktur” dedi.

Ama Mrs. Pritchard, günlerinin sayılı olduğunu söyleyerek ağlamaya başladı.

Hemşire Copling George’la birlikte merdiven sahanlığına çıktı.

“Bu saçma ve gülünç bir ahmaklık” diye patladı George.

“Herhalde öyledir.”

Hemşirenin ses tonu dikkatini çekti ve şaşkınlıkla kadına baktı.

“Hemşire siz de inanmıyorsunuz değil mi?”

“Kesinlikle, Mr. Pritchard. Ben geleceği önceden görmeye inanmıyorum. Bu saçmalık. Beni şaşırtan, bunun anlamı. Falcılar, genelde elde edebilecekleri bir şeyin peşindedirler. Fakat bu kadın, kendisine hiçbir menfaat temin etmediği halde Mrs. Pritchard’ı korkutuyor. Bunun nedenini anlayamıyorum. Bir şey daha var.”

“Evet?”

“Mrs. Pritchard, Zarida’yı bir yerden hayal meyal hatırladığını söyledi.”

“Daha başka?”

“Dahası Mr. Pritchard, ben bu işten hiç hoşlanmadım, hepsi bu.”

“Senin de bu denli batıl inançlı olduğunu tahmin etmezdim hemşire.”

“Ben batıl inançlı değilim, ama şüpheli bir durum olduğunda sezerim.”

Bu konuşmadan dört gün sonra ilk olay meydana geldi. Bunu size açıklayabilmem için önce Mrs. Pritchard’ın odasını tarif etmem gerek.

– Bırak onu ben yapayım, diye sözünü kesti Mrs. Bantry.

– Üzerinde çiçek demetleri olan yeni tarz duvar kâğıtlarıyla kaplıydı oda. Aynen bahçedeymiş gibi bir etki yaratıyor; oysa çiçeklerin hepsi sahte. Yani o çiçeklerin hepsinin aynı zamanda açması imkânsız.

– Bitkiler konusundaki titizlik tutkunun, seni konunun dışına taşımasına izin verme Dolly, dedi kocası. Senin çok hevesli bir bahçıvan olduğunu biliyoruz.

– Evet ama, diye itiraz etti Mrs. Bantry. Çançiçeklerini, fulyayı, acı baklayı, gülhatmiyi ve yıldızçiçeklerini aynı grupta toplamak saçma.

– Hiç bilimsel değil, dedi Sir Henry. Ama siz öyküyü anlatmaya devam edin.

– Pekâlâ, o kümelenmiş çiçekler arasında çuhaçiçekleri kümesi de var. Sarı ve pembe çuhaçiçekleri. Ah tamam Arthur, bu senin öykün.

Albay Bantry öyküye bıraktığı yerden başladı.

– Mrs. Pritchard, bir sabah zilini şiddetli bir biçimde çaldı. Ev halkı koşarak geldi. Kadının ölmek üzere olduğunu sandılar. Hiç de öyle değildi. Çok heyecanlıydı ve duvar kâğıdını işaret ediyordu. Hakikaten de diğerlerinin ortasında mavi bir çuhaçiçeği yer alıyordu.

– Oh! dedi Miss Helier. Ne ürkütücü.

– Soru şuydu: mavi çuhaçiçeği daha önce de orada değil miydi? Bu, George’un ve hemşirenin düşüncesiydi. Ama Mrs. Pritchard bunu hiçbir surette kabul etmiyordu. Bu çiçeği bu sabaha kadar fark etmemişti. Dün gece de dolunay vardı. Buna canı çok sıkılmıştı.

– George Pritchard’a o gün rastladım ve bana bunları anlattı, dedi Mrs. Bantry. Mrs. Pritchard’a uğradım ve bütün bunların gülünç olduğuna ikna etmeye uğraştım onu, ama başarısız oldum. Çok endişeli bir şekilde ayrıldım oradan ve Jean Instow’a rastladığımda olanları ona da anlattım. Jean garip bir kızdır. “Demek Mrs. Pritchard çok üzgün?” dedi.

Ben de ona, kadının pek çok batıl inancı olduğunu ve dolayısıyla korkudan ölecek durumda olduğunu anlattım.

Jean’ın sonradan söylediklerinin, beni çok şaşırttığını hatırlıyorum. Dedi ki: “Belki de bu en iyisi, değil mi ama?” Ve bunu öyle soğuk ve tabiî bir şekilde söyledi ki nasıl

anlatsam, şoke oldum. Tabiî bugünlerde acımasız ve açık sözlü olmak moda, ama ben alışamıyorum. Jean bana garip bir şekilde gülümseyerek şöyle dedi: “Böyle konuşmamdan hoşlanmayabilirsiniz, ama Mrs. Pritchard’ın yaşamasının ne faydası var kendisine? Hiç. George Pritchard için de cehennem hayatı. Karısının korkudan ölmesi, adamın başına gelebilecek en iyi şey!”

Ben “George karısına karşı hep çok iyidir” dedim.

O da dedi ki: “Evet, zavallı adam bu ödülü hak ediyor. George Pritchard çok cazibeli bir adam, Onunla çalışan son hemşire -güzel olan hemşire- öyle düşünüyordu. Neydi adı?

Carstairs. Mrs. Pritchard’la aralarındaki kavganın nedeni oydu.”

Ben Jean’ın böyle söylemesinden hoşlanmamıştım. Ama bazı şeyler insanın aklına takılıyor…

Mrs. Bantry anlamlı bir şekilde ara verdi konuşmaya.

– Evet canım, dedi Mrs. Marple sakin bir şekilde. însan her zaman böyle şeyleri düşünür. Miss Instow güzel bir kız mıydı? Eminim golf da oynuyordur.

– Evet, her türlü oyunu iyi oynar. Güzel ve çekicidir. Sarışındır, sağlıklı bir cildi ve güzel, duru mavi gözleri vardır. Tabiî biz her zaman onun ve George Prichard’ın birbirlerine uygun olduklarını düşünürdük, tabiî ki olaylar başka şekilde gelişmiş olsaydı.

– Ve arkadaştılar galiba? diye sordu Miss Marple.

– Ah, evet. Çok iyi arkadaştılar.

– Dolly, acaba benim öyküye devam etmeme izin verir misin? diye sızlandı Albay Bantry.

– Arthur, dedi Mrs. Bantry uysalca, hayaletlerine dönmek istiyor.

– Öykünün geri kalan kısmını George’dan duydum, diye devam etti albay. Ay sonuna doğru Mrs. Prichard’ın fena halde işin sonuna gelmeye başladığı kuşku götürmez. Takvimin üzerinde dolunay olacağı günü işaretlemişti ve o gece hem hemşirenin hem de George’un odaya gelip duvar kâğıdını dikkatle incelemelerini sağlamıştı. Pembe ve

kırmızı gülhatmiler vardı ama aralarında mavi gülhatmi yoktu. Ondan sonra George odadan çıkınca, arkasından kapıyı kilitlemişti.

– Oysa sabahleyin büyük, mavi bir gülhatmi vardı, dedi Miss Helier neşeli bir şekilde.

– Tamamen haklısınız, dedi Albay Bantry. Ya da kısmen haklısınız. Kadının hemen başının üstünde yer alan bir gülhatmi maviye dönüşmüştü. Bu, George’u tereddüde

düşürdü, ama tereddüdü arttığı oranda işleri ciddiye almayışı da arttı. Bütün bu olanların, bir çeşit şaka olduğunu iddia ediyordu. Kapının kilitli oluşu ve değişikliğin Hemşire

Copling’den önce karısı tarafından keşfedilmiş oluşu gibi kesin delilleri bile gözardı ediyordu.

Bu olanlar George’u hayrete düşürdü ve onu mantıksız hale getirdi. Karısı evi terk etmek istiyordu, ama o bunu kabul etmedi. Gerçi bunu kabul etmiyordu, ama ilk kez

doğaüstü güçlere inanmaya hazırdı. Genellikle karısının isteklerine uyardı, ama bu kez öyle olmadı. “Mary kendisini gülünç duruma düşürmemeli” demişti. Ona göre tüm bu

olanlar, iğrenç bir saçmalıktan ibaretti.

Ondan sonraki ay geldi geçti. Mrs. Pritchard tahmin edilenin aksine itirazlarını azalttı.

Kaderinden kaçamayacağına inanacak kadar batıl inançlıydı sanırım. Tekrar tekrar söylüyordu: mavi çuhaçiçeği ikaz, mavi gülhatmi tehlike, mavi sardunya ise ölüm.

Yatağa uzanıp en yakınındaki pembe kırmızı sardunya demetine dalıyordu. Bütün bu işler oldukça sinir bozucuydu. Bu sinirli hal hemşireye de geçmişti. Dolunaydan iki gün önce George’a gelerek Mrs. Pritchard’ı uzaklaştırmasını istemiş,

George ise buna kızmıştı.

“Duvardaki bütün çiçekler mavi şeytanlara dönüşseler gene de kimseyi öldüremezler” diye bağırmıştı George.

“Öldürebilirler. İnsanlar daha önce de şoktan öldüler.”

“Saçmalık” dedi George.

George eskiden beri keçi gibi inatçıdır. Onu yönlendirmek zordur. Karısının, bu değişiklikleri gizlice tezgâhladığını düşünüyor ve onun marazı, isterik bir planı olduğuna inanıyordu.

Nihayet öldürücü gece geldi çattı. Mrs. Pritchard her zamanki gibi odasını kilitledi. Çok sakindi, neredeyse soylu bir ruh hali vardı. Onun bu hali hemşireyi endişelendirmişti; ona uyarıcı bir striknin iğnesi yapmak istemişti, ama Mrs. Pritchard

bunu kabul etmemişti. Sanki kadın, bu durumdan bir çeşit zevk duyuyordu; George öyle söylemişti.

– Bu pekâlâ mümkün, dedi Mrs. Bantry. Bütün bunlarda garip bir çekicilik buluyor olmalı.

– Ertesi sabah zil şiddetli bir şekilde çalınmamıştı. Mrs. Pritchard genelde 8’de uyanırdı. Saat 8.30 olup da kadından hiç ses çıkmayınca hemşire kapıyı sertçe çalmıştı.

Hiç cevap gelmeyince George’u çağırmış ve kapının kilidinin açılması için ısrar etmişti.

Bir keski yardımıyla açtılar kapıyı.

Yatağın üzerinde cansız yatan bedene bir kez bakmak yetmişti, Hemşire Copling’e.

George’u, doktora telefon etmesi için göndermişti, ama maalesef çok geç kalınmıştı.

“Mrs. Pritchard en az sekiz saat önce ölmüş” demişti doktor. Kokladığı tuzlar yatağın üstünde, elinin yanında duruyordu ve duvarda pembe kırmızı sardunyaların yanında parlak koyu mavi bir sardunya göze çarpıyordu.

– Korkunç, dedi Miss Helier ürpererek.

Sir Henry kaşlarını çatmıştı.

– Başka ayrıntı yok mu?

Albay Bantry başını hayır anlamında sallamasına rağmen Mrs. Bantry çabucak cevap verdi.

– Gaz.

– Gaza ne olmuş? dedi Sir Henry

– Doktor geldiğinde hafif bir gaz kokusu varmış ve şöminenin yanındaki gaz vanasını hafif açık bulmuş, ama o kadar hafifmiş ki, pek etkili olmazmış.

– Mr. Pritchard ve hemşire bunu fark etmişler mi içeriye girdiklerinde?

– Hemşire “Kokuyu hafifçe duyduğunu” söylemişti. George, “Gazı fark etmediğini, sadece bir şeyden dolayı kendini tuhaf hissettiğini” söyledi. Ama bunu geçirdiği şoka bağladı, ki muhtemelen de öyleydi. Her iki şıkta da, gazdan zehirlenme söz konusu değildi. Koku önemsenmeyecek kadar hafifti.

– Öykünün sonu bu mu?

– Hayır, değil. Şöyle ya da böyle farklı dedikodular yapıldı. Hizmetkârlar birçok şeye kulak misafiri olmuşlardı. Örneğin, Mrs. Pritchard’ın kocasına, kendisinin ölmesi halinde kocasının gülüp eğleneceğini söylediğini duymuşlardı. Daha yakın tarihte de bazı şeyler duymuşlardı. Bir gün kadın, kocasının evden taşınmayı reddetmesi “Pekâlâ öyle olsun. Ben öldüğüm zaman umarım ki beni öldürdüğünü anlarsın” demişti. Ve kötü talihe

bakın ki, tam bir gün önce de bahçe yollarındaki yabanî otları öldürmek için zehir hazırlamıştı. Genç hizmetkârlardan biri, onu zehiri hazırlarken, daha sonra da karısına bir bardak sıcak süt götürürken görmüştü.

Dedikodu büyüyerek yayıldı. Doktor, raporunda ölümün tam olarak nasıl ifade edildiğini bilmediğim şok, kalp durması, beyne kan gitmemesi gibisinden, fazla bir şey ifade etmeyen tıbbî bir nedenden kaynaklandığım belirtmişti. Zavallı kadıncağız mezarına gireli bir ay olmamıştı ki, cesedi mezardan çıkarmak için izin talep edildi ve bu izin alındı.

– Otopsinin sonucunda bir şey elde edilemedi, dedi Sir Henry ciddi bir ifadeyle. Bu sefer duman olan yerde ateş yoktu.

– Bunların tümü çok garip, dedi Mrs. Bantry. Mesela Falcı Zarida’nın verdiği adreste, böyle birini kimse tanımıyordu.

– Bir keresinde ortaya çıktı, diye devam etti kocası. Sonra tamamen ortadan kayboldu.

– Dahası da var, diye devam etti Mrs. Bantry. Onu tavsiye ettiği ileri sürülen küçük Hemşire Carstairs falcıyı hiç tanımıyordu.

İkisi birbirlerine baktılar.

– Çok gizemli bir öykü, dedi Doktor Lloyd. İnsan bazı tahminlerde bulunabilir, ama tahminde bulunmak…

Doktor başını salladı.

– Mr. Pritchard Miss Instow’la evlendi mi? diye sordu Miss

Marple, yumuşak bir sesle.

– Şimdi bu soruyu niye sordunuz? diye sorguladı Sir Henry. Miss Marple açık mavi gözlerini açtı.

– Çok önemliymiş gibi geliyor, dedi Miss Marple. Evlendiler mi?

Albay Bantry başını iki yana salladı olumsuzca.

– Biz böyle bir şey bekliyorduk, ama on sekiz ay geçti. Birbirlerini pek fazla gördüklerini bile sanmıyorum.

– Bu önemli işte, dedi Miss Marple. Hem de çok önemli.

– O halde siz de benim gibi düşünüyorsunuz, dedi Mrs. Bantry. Siz de düşündünüz ki…

– Yapma Dolly, dedi kocası. Senin söyleyeceğin şey ispat edilemez. Elinde hiçbir delil olmadan insanları suçlayamazsın.

– Bu kadar erkek gibi davranma Arthur. Erkekler her zaman her şeyi söylemeye korkarlar. Ayrıca bu aramızda kalacak. Jean Instow kendisine falcı süsü verdi. Bu, benim

ileri sürdüğüm çılgınca bir düşünce. İhtimal, sadece bir ihtimal bu. Belki espri olsun diye yaptı. Bir an olsun zarar vermek niyetinde olduğunu sanmam, ama eğer bu şekilde davrandıysa ve Mrs. Pritchard da korkudan ölecek kadar aptalsa… Eee Miss Marple’ın da anlatmak istediği buydu değil mi?

– Hayır canım, pek de öyle değil. Örneğin, ben birini öldürmek isteseydim. Tabiî ben böyle bir şey yapmayı bir an olsun düşünmem, çünkü bu çok kötü bir davranış; üstelik ben böcek öldürmeyi bile sevmem. Gerçi öldürülmeleri gerektiğini biliyorum, ama bahçıvan en merhametli şekilde yapar bu işi. Durun bakayım ben ne diyordum? dedi Miss Marple.

– Eğer birini öldürmek isteseydim diyordunuz, diye yardımcı oldu Sir Henry.

– Eğer birini öldürmek isteseydim, korkudan medet ummazdım. Biliyorum, insan korkudan ölen insanlar hakkında havadisler okuyor, ama bu pek de kesin olmayan bir

şey; asabî insanlar sanıldığından daha cesurdurlar. Ben daha kesin ve kati bir yöntem isterdim; onun için de ayrıntılı ve güzel bir plan yapardım.

– Miss Marple, dedi Sir Henry, Beni korkutuyorsunuz. Hiçbir zaman benden kurtulmak istememenizi umuyorum. Sizin planlarınız fazlasıyla iyi olurdu.

Miss Marple adama sitemkâr bir şekilde baktı.

– Böyle bir kötülük yapmayacağımı açıkça belirtmiştim, dedi Miss Marple. Hayır, kendimi bir başkasının yerine koymaya çalışıyordum.

– George Pritchard’ı mı kastediyorsunuz? diye sordu Albay Bantry. Ben George’un yaptığına asla inanmam. Ama söylemek gerekirse, hemşire bile inanıyor. Olaydan bir ay kadar sonra, ceset mezardan çıkartıldığında hemşireyi görmeye gitmiştim. Nasıl yapıldığını bilmiyordu; hatta hiçbir şey söylemiyordu, ama açıkça karısının ölümünden bir şekilde George’un sorumlu olduğunu düşünüyordu. Bundan emindi.

– Pekâlâ, dedi Dr. Lloyd. Belki de tamamen haksız değildir. Ayrıca şunu da bilin ki, hemşireler çoğu zaman bilirler. Söyleyemezler, kanıtları yoktur, ama bilirler.

Sir Henry öne doğru eğildi.”Haydi bakalım Miss Marple” dedi ikna edici bir sesle. Rüya âlemine dalıp gittiniz. Bize de anlatmaz mısınız neler olduğunu?

Miss Marple yerinden sıçradı, rengi pembeleşmişti.

– Özür dilerim, dedi. Bizim sağlık ocağının hemşiresini düşünüyordum. Çok zor birmesele.

– Mavi sardunyalar konusundan da mı zor?

– Çuhaçiçeklerine bağlı her şey, dedi Miss Marple. Yani Mrs. Bantry sarı ve pembe olduklarını söylemişti. Eğer pembe çuhaçiçeği maviye dönüşmüşse, her şey yerli yerine oturur; ama eğer sari bir çiçek dönüşmüşse…

– Sanırım pembeydi, dedi Mrs. Bantry.

Mrs. Bantry Miss Marple’a dikkatle baktı. Hepsi Miss Marple’a bakmaya başladılar.

– O zaman çözüldü, dedi Miss Marple. Başını esefle iki yana salladı. Böcek mevsimi, diğer şeyler ve tabiî ki gaz.

– Sanırım size diğer sayısız kasaba facialarını anımsatmıştır, dedi Sir Henry.

– Faciaları değil, dedi Miss Marple. Ve kesinlikle suçlarla ilgili herhangi bir şeyi de değil, dedi. Sir Henry sadece sağlık ocağının hemşiresiyle ilgili bir problemi hatırlattı bana. Ee nihayet hemşireler de bir insan. Davranışlarına çok dikkat etmeleri gerektiğini, o sert yakalı üniformaları giymek zorunda olduklarını ve ailelerle çok yakın ilişkiler içinde olduklarını da göz önüne alırsak, olabilecek şeyleri bir düşünün.

Sir Henry’nin beyninde birden şimşek çaktı.

– Yani Hemşire Carstairs’ten bahsediyorsunuz?

– Hayır, Hemşire Carstairs’ten değil. Hemşire Copling’den. Bakın, o hemşire daha önce de orada çalışmıştı ve Mr. Pritchard’la çok yakın çalışıyordu. Mr. Pritchard’ın çok

cazibeli bir adam olduğunu söylediniz. Kendi kendine bazı şeyler kurmuştur, zavallı şey. Neyse o konuya girmeyelim şimdi. Miss Instow’dan haberi yoktu sanırım; öğrenince Mr.

Pritchard’a düşman oldu ve adama mümkün olduğunca zarar vermeye çalıştı. Ama mektup onu ele verdi değil mi?

– Hangi mektup?

– Durun bakalım. Mrs. Pritchard’ın isteği üzerine falcıya mektup yazıp çağırdı ve falcı da bu mektuba dayanarak kalktı geldi. Ama daha sonra o adreste öyle birinin olmadığı ortaya çıktı. Bu Hemşire Copling’in de işin içinde olduğunu kanıtlar. Sadece yazıyormuş taklidi yaptı, dolayısıyla falcının o olması ihtimali öyle yüksek ki.

– Ben mektupla ilgili hususu hiç fark etmemiştim, dedi Sir Henry. Çok önemli bir nokta tabiî ki.

– Biraz cesur bir davranış, dedi Miss Marple. Çünkü Mrs. Pritchard kılık değiştirmesine ve gizlenmesine rağmen onu tanıyabilirdi, tabiî tanısaydı şaka yapıyormuş gibidavranacaktı.

– Ben malum kişi olsaydım korkudan medet ummazdım demekle neyi kastettiniz, dedi Sir Henry.

– Bu şekilde emin olamaz insan, dedi Miss Marple. Hayır, bence ihtarlar ve mavi çiçekler, eğer askerî bir terimle ifade edersem, sadece birer kamuflajdır.

– O halde gerçek şey?

– Biliyorum, dedi Miss Marple özür dilercesine. Beynimde kanatlı böcekler var. Zavallı şeyler. Binlercesi imha ediliyor, genellikle de güzel bir yaz gününde. Fakat şöyle düşündüğümü anımsıyorum: bahçıvanın, bahçede potasyum siyanürü karıştırdığım gördüğümde, “Ne kadar da amonyak ruhuna benziyor” diye aklımdan geçmişti ve eğer onun yerine amonyak ruhu şişesi konursa… Ki zavallı kadının da, amonyak ruhu koklama alışkanlığı var gerçekten de. Çünkü siz, şişenin elinin yanında bulunduğunu söylediniz. O zaman, tabiî ki Mr. Pritchard doktora telefon etmeye gittiğinde hemşire onu gerçek şişeyle değiştirmiş olabilir. Badem kokusunu gizlemek ve birisine fenalık gelirse bunu maskelemek için hafifçe gazı açmıştı. Tabiî yanılmış da olabilirim, şişedeki tamamen

farklı bir şey de olabilir. Ama bu pek fark etmez değil mi?

Miss Marple konuşmaya bir süre ara verdi, nefes nefese kalmıştı.

Jane Helier öne doğru eğilerek “Ya mavi sardunya ve diğer çiçekler?” dedi.

Hemşirelerin her zaman turnusol kâğıtları var değil mi? dedi Miss Marple. Yani testler için. Pek hoş bir konu değil. Pek irdelemeyelim. Ben de biraz hemşirelik yapmıştım. Rengi hafifçe pembeleşti. Mavi asitlerde kırmızıya dönüşür, kırmızı alkalilerdeyse maviye dönüşür. Ciçeklerin, yani yatağın yanındakilerin üzerine kırmızı turnusol yapıştırmak o kadar

kolaydır ki, zavallı kadın amonyak ruhunu koklayınca, amonyak buharı onu maviye çevirir. Gerçekten zekice. Tabiî odayı açtırıp içeri girildiğinde, sardunya önce mavi değildi; herkes sonradan fark etti. Hemşire şişeleri değiştirirken, amonyak ruhunu bir dakika kadar duvar kâğıdına doğru tuttu sanırım.

– Oradaymışçasına biliyorsunuz olayları Miss Marple, dedi Sir Henry.

– Beni endişelendiren, dedi Miss Marple, Zavallı Mr. Pritchard ve o iyi kız Miss Instow. Her ikisi de birbirlerinden şüphelendikleri için uzak duruyorlar birbirlerinden. Halbuki hayat o kadar kısa ki.

Başını salladı.

– Merak etmeyin, dedi Sir Henry. Benim de sakladığım bazı şeyler var. Bir hemşire, kendisine mirasını bırakan yaşlı bir hastayı öldürmek suçundan tutuklandı. Potasyum siyanürü amonyak ruhunun yerine kullanarak işlemiş cinayeti. Hemşire Copling aynı numarayı tekrarlıyor. Miss Instow ve Mr. Pritchard’ın hiçbir kuşkuları kalmamalı.

– Ay ne hoş değil mi? diye bağırdı Miss Marple. Yani cinayetten bahsetmiyorum, tabiî ki. O çok üzücü bir durum ve dünyada ne kadar kötülük olduğunu gösteriyor. Eğer bir kez buna imkân verilirse… Bu bana kasabadaki hemşire hakkında Dr. Lloyd’la yaptığım sohbeti bitirmem gerektiğini hatırlattı.

Yazar:

Gencoy Sümer
Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum