Böyle bir analize giriştiğimiz zaman yazarın kişiliği, dünya görüşü, eğitimi, yaşamı ve sanat anlayışı bizi zerre kadar ilgilendirmez. Bir eser ortaya çıktıktan sonra, yazarıyla bütün bağları kopar. O artık tek tek her bir okuyucunun kişisel dünyasına dahil olur.
Bazı yazarlar vardır, mesela Refik Halit Karay, herhangi bir nesneyi ya da olguyu, mükemmel bir biçimde tasvir ettikleri konusunda herkes hemfikirdir. Bu tip yazarlar hemen her okuyucunun kafasında aşağı yukarı aynı imgelerin doğmasına yol açarlar. Fakat, ne kadar açık olmaya ve edebiyat kudretlerini göstermeye çalışsalar da, herkesten aynı sonucu almaları imkansızdır.
Madam Bovary
Biz okuyucular da, dünya görüşümüze, eğitimimize, okuduğumuz kitaplara, çevremize bağlı olarak okuduğumuz tasviri, kafamızda farklı farklı hayaller olarak yeniden yaratırız. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, dünyada bugüne dek kaç kişi okuduysa, o kadar çok Madam Bovary vardır. Çoğu az çok birbirine benzese de, asla birbirinin tıpatıp aynısı olmayan milyonlarca Madam Bovary.
Bir yazarın, romanında kurduğu dünya, gerçek nesnelerden bile oluşsa hayali bir dünyadır. Yazar bu dünyanın efendisi, hatta -daha anlaşılır olması bakımından yazıyorum- Tanrısıdır. Gerçek dünyanın kurallarına uymak koşulu ile -Tanrı da öyledir- kahramanların kaderini istediği gibi çizebilir. Daha ileri giderek, kurduğu dünyanın kurallarını kendisi de saptayabilir, fizik kanunlarını çiğneyebilir. Demek ki bir yazar, Tanrıdan da özgürdür.
Ne kadar özgür olursa olsun, eninde sonunda yazar tarafından kurulmuş bir dünyadır bu. Bu dünyanın eksiksiz bir tasviri okuyucunun metinde yer alan nesneleri, karakterleri ve olguları kolayca kafasında yeniden canlandırmasını sağlar.
Bazan, yazarın mükemmel anlatımından etkilenen okuyucu yazarına öyle güvenir ki, bir çok tamamlanmamış nesne ve olguların varlığına aldırmaz, onları olduğu gibi kabul eder. Aslında genellikle olan budur ve yazarın dehasından çok, okuyucunun tembelliği burada önemli bir rol oynar. Daha dikkatli olan okuyucu ise, eksik kısımları kendi hayal dünyasında canlandırarak tamamlama yoluna gider. Bir kere bu yola girildi mi, kuşku dünyasına da girilmiş demektir. Artık bu sürek avının okuyucuyu hangi mecralara sürükleyeceğini, sonuçta yazarla aynı noktada buluşup buluşamayacaklarını hiç kimse önceden tahmin edemez.
Edebiyatı bir yana bırakacak olursak, en fazla kuşku duyulacak metinler raporlardır. Bir haber metnine, bir mülakata, bilimsel bir yazıya kuşkuyla yaklaşmak pek aklımıza gelmez. Ama, telefon faturasına, polis ya da jandarma zabıtlarına, onarım raporlarına karşı hep bir kuşku olur içimizde. Özellikle adli zabıtlar, mutlaka defalarca gözden geçirilmesi, karar verme sürecinde asla baştan savma okunmaması gereken yazılardır. Sadece, sonuçta insan hayatını ilgilendirdiği için değil, ama aynı zamanda yazanın öznel bakış açısını içerdiği için, adli zabıtların somut delillerle delillendirilmesi gerekir.
Biraz zorlamayla da olsa, adli zabıtların edebi bir dille yazılması olarak kabul edebileceğimiz polisiye romanlar, işte bu yüzden okuyucunun kuşku duyması gereken edebi metinler arasında ilk sırayı alır. Çünkü bir polisiye roman, diğer türlerine göre, tam bir bütünlükle okuyucuya sunulmaz. Metnin içinde, yer yer karanlık noktalar, gizemli olaylar ve karakterler boy gösterirler. İyi bir yazar, dolayısıyla iyi bir roman, bütün bu eksiği gediği, son sayfada toparlar ve genellikle dedektifin ağzından okuyucuya iletir. Bu bir çözümdür. Yani, cinayeti kim, nasıl ve niye işledi sorularının akla uygun bir cevabıdır. Ancak bunun olabilecek çözümlerin en iyisi olarak takdim edildiğini ve geride potansiyel olarak yüzlerce olası çözüm imkanının kaldığını unutmamalıyız.
Madam Bovary & Aşkı Memnu
Edebi metinlere kuşkulu yaklaşma açısından polisiyelerin büyük bir deney alanı oluşturmasına rağmen, polisiye olmayan romanların da aynı tasnife tabi olmamaları için bir neden yoktur. Gene Madam Bovary örneğini alacak olursak, Madamın ölümü düpedüz şüpheli bir ölümdür. Bir cinayete kurban gitmiş olma ihtimali her zaman mevcuttur. Benzer bir durum Aşkı Memnu’daki Bihter’in ölümü için de söylenebilir. Romanda bize Bihter’in kendisini tabancayla vurduğunu söyler yazar. Doğru söylediği ne malumdur? Genç kadının cinayete kurban gitmiş olması , intihardan daha makul bir açıklamadır bence. Bihter’i öldürmek isteyen en az dört kişi vardır romanda. Kocası Adnan, kızı Nihal, sevgilisi Behlül, uşak Beşir bu konuda ilk akla gelenlerdir. Hepsinin Bihter’i öldürmek için çok iyi nedenleri vardır. Adnan Bey onurunu kurtaracak, kızı Nihal sevgilisini elinden alan kadından intikamını alacak, Behlül Bihter’in herşeyi ortaya dökmesini engelleyerek Nihal’le evlenebilecek, Beşir ise aşık olduğu Nihal’i yataklara düşüren kadını ortadan kaldıracaktır. Bu kişilere, Bihter’in annesi Firdevs Hanım ve mürebbiye de dahil edilebilir. Bu kadar çok katil adayının olduğu bir yerde cinayet işlenmemesi biraz tuhaf gelmiyor mu size de? Üstelik ortada tabancayla vurulmuş bir kadın varken…
Bir kült film: Blow Up
Tam bu noktada Antonioni’nin Blow Up filmine bir atıfta bulunmanın zamanı geldi sanırım. Bu film, 1960’ların Londra’sındaki yaşamdan fotoğraflar çeken Thomas’ın gizemli öyküsünü anlatır bize. Thomas, elinde kamerasıyla şehrin içinde dolaşır ve insanların, ağaçların, binaların, meydanların, olur olmaz herşeyin fotoğrafını çeker. Biz onu asıl büyük ve tenha bir parkta fotoğraf çekerken izleriz. Yaşlı insanlar, gizlice öpüşenler, kavga eden çiftler, serseriler, çocuklar, ağaçlar bitkiler uzaktan veya yakından kamerasına takılır. Gözümüze en çok çarpan ise şu zaman zaman tartışır gibi olan çifttir. Thomas onların uzaktan fotoğraflarını çekerken, biz de Thomas’ın yanından onları izleriz. Bir ara çalıların arasında kaybolurlar. Sonra yağmur yağmaya başlar. Londra’ya özgü bir tavırla yavaş yavaş hızlanır. Thomas fotoğraf makinasını kapatıp arabasını park ettiği yere gider. Tabi biz de onunla.
Her profesyonel gibi kendi fotoğraflarını kendisi tab etmektedir. Parkta çektiği resimleri duvara asar ve seyreder. İşte, onlardan birinde, uzaktan çektiği çalılar fotoğrafında bir şey farkeder. Büyüteçle bakar ve çalıların arkasında bir karaltı varmış gibi gelir ona. Fotoğrafı büyütür. Evet gerçekten bir şey vardır ama ne olduğu anlaşılamamaktadır. Böylece fotoğrafı defalarca büyütür. Her büyütüşünde leke de büyümekte ama net olarak görülememektedir. Bütün bunlara rağmen çalıların arkasından yansıyan karaltının bir cesede, özellikle bir kadın cesedine benzediği de inkar edilemez bir durumdur.
Film oldukça karmaşık ve yoğundur. Bugün bile hala anlaşılamayan simgelerle doludur. Bütün bunlar bu yazının konusu olmadığından bizi ilgilendirmiyor. Bizim için burada öne çıkan, gerçeğin en yalın biçimde yansıtıldığı fotoğrafın bile kuşku duyulacak bir nesne olduğunun mükemmel bir sinema diliyle gösterilmesidir. Nitekim, polis devreye girecek ama parkta bir cinayet işlenip işlenmediği asla kanıtlanamayacaktır.
Gerçeğin en fazla ezilip bozulduğu polisiye romanlardaki sonuçlara güvenmek için hiçbir sebebimiz yok. Bütün yazarların yanıldığını söylemek fazla iyimserlik (yoksa kötümserlik mi) olur. Ama bazan yanlış kişiyi katil diye yakalttıkları da bir gerçektir.
Agatha Christie, en esrarengiz romanlarından bir olan Roger Ackroyd’un Ölümü romanında bu hatayı yapmış ve suçsuz bir kişiyi katil diye takdim etmiştir. Bu edebiyat tarihinin kaydettiği en büyük hatalardan birirdir. Gerçek katil, hala kitabın içinde serbestçe geziniyor. Ve biz onu yakalayıncaya kadar da özgürlüğün keyfini sürmeye devam edecek.
Önümüzdeki yazıda Roger Ackroyd’un Ölümü romanının tahliline başlayacağım. Hep birlikte gerçek katili yakalayacağız. Meraklıları için, romanı bir şekilde edinip okumalarını tavsiye ederim.
Yazar:
- Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.
En Son Yazıları
- Makale20 Mayıs 2024Femme Fatale Nedir? Edebiyat ve Sinemada Kötü Kadın Tiplemesi
- Agatha Christie15 Mayıs 2024Agatha Christie Kitaplarını Hangi Sırayla Okumalısınız?
- Makale14 Mayıs 2024Sharon Tate Cinayeti: Roman Polanski’nin Eşinin Korkunç Ölümü
- Polisiye Kitap Tanıtım6 Ağustos 2020J.W. Stephenson İle Sahte Banknot Dosyası Romanı Üzerine Söyleşi