Agatha Christie, hayatı boyunca 80 roman, 150 öykü ve 19 oyun yazdı. Kitapları sadece yaşamı süresince 300 bin, bugüne kadarsa 4 milyar sattı. Kitaplarından 46 film, 57 televizyon filmi, 29 dizi üretildi. 20 çizgi roman yaratıldı ve 9 adet bilgisayar oyunu ile bir animasyon yapıldı.
Bu kitap satışı rakamı bir rekordur. Yaygın bir deyişe göre, İncil’den sonra en çok Agatha Christie’nin kitapları satılmaktadır.
Türkiye’de de Agatha Christie’nin kitaplarını hemen her kitapçıda bulmak mümkündür. Agatha Christie çevirileri uzun zaman önce yayınlanmaya başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir. Geçmişte farklı yayınevleri ünlü polisiye yazarının romanlarını basmışsa da günümüzde Altın Kitaplar yayınevi bu işi ön planda götürmektedir.
Bundan neredeyse kırk yıl önce ben de Agatha Christie’yi ilk okuduğumda, kitap gene aynı yayınevine aitti. Çeviriyi yapansa Gönül Suveren’di.
Talihe bakın ki, ilk okuduğum roman bir Hercule Poirot romanıydı ve bu aynı zamanda eksantrik dedektifin ilk macerasıydı. Styless malikanesinde geçen ve klasik İngiliz romanlarını anımsatan bu cinayet öyküsünün bir ilk macera olduğunu tabi ki o zamanlar bilmiyordum. Poirot’nun son öyküsünün de aynı malikanede geçeceğini bilmediğim gibi.
Garip bir tesadüf sonucu ikinci Agatha Christie kitabım, Miss Marple’ın Papaz Evindeki Cinayet macerası oldu. Meğer bu da köy dedektifi yaşlı kızın ilk öyküsü değil miymiş?
Böylece, ilginç bir biçimde Agatha Christie’nin romanlarındaki zamanla, benim gerçek zamanım arasında bir paralellik kuruldu. Benim yaşım ilerledikçe, okuduğum her romanda da zaman biraz daha ilerlemiş, Poirot biraz daha yaşlanmış, Miss Marple’nin bazı arkadaşları ölmüş, bebekler büyüyüp koca adam olmuş ve St. Mary Mead kasabası bir hayli değişmiş oluyordu.
Uzun bir zaman dilimi içerisinde Agatha Christie’nin yazdığı bütün romanları, öykülerinin çok büyük bölümünü okudum. 1952 yılının 25 Kasım gününden beri aralıksız oynayarak erişilmesi artık imkansız bir dünya rekoru kıran ünlü Mouse Trap (Fare kapanı) oyununu Londra’da, St. Martins Tiyatrosunda seyrettim. Bazı temsillerini de beyaz perde aracılığıyla izleme olanağım oldu. (Beklenmeyen Tanık gibi.)
Sonunda bir baktım ki, bütün bir Agatha Christie külliyatını bitirmişim, okunmadık bir kaç hikaye dışında geriye hiçbir şey kalmamış. Üstelik bazılarını defalarca okumuştum. Gene de okumaya devam ettim. Ama bu kez, entrika ikinci plandaydı. Katil kim, ya da nasıl veya neden öldürdü sorularından çok, cinayetin rasyonelliği, yani zorunluluğu ve bunun nasıl verildiği verildiği benim için daha önemliydi. Yani hem bir cinayeti anlatmak, hem katili gizlemek ve bütün bunları yaparken aslında çözümle ilgili bütün detayları okuyucuya aktarmak nasıl oluyordu? Kurguya ilişkin bu sorunun Agatha Christie romanlarının en kuvvetli ve en zayıf noktasını oluşturduğunu zamanla farkettim. Kuvvetliydi çünkü, yazarın kullanabileceği kelimeler belli bir alana sıkışmış haldeydi. Yani, sınırlar önceden çizilmişti. Bu durum, polisiye romanı diğer bütün türlerden ayıran en özgün yanıydı. Bütün diğer türlerde önceden bir sınır var olsa bile, sonradan rahatlıkla kaldırılabilirdi. Bir romanı istediği yerde başlatıp istediği yerde bitirmek romancının keyfine kalmıştı. Oysa polisiye roman yazarı asla böyle bir özgürlüğe sahip olamazdı. Özgürlüğünü kullanmaya başladığı andan itibaren yazdıkları, polisiye bir metin olmaktan çıkacaktı.
Zayıf nokta oluşu ise, bu sınırlılığın yazarın tüm dikkatini tek bir açıya yöneltme zorunluluğuydu. Önceden belirlenmiş kapalı alan içerisinde uzun tasvirler, derin karakter tahlilleri, zengin yan öyküler, gerilimi azaltmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi, soruşturmanın ayrıntılarına inilmesini de engelleyecekti. Oysa, gerçek hayatta bile bir cinayet işlendiğinde, herşey bir yana bırakılır ve soruşturmayı yürütenler yoğun bir biçimde delil toplamaya yönelirlerdi.
Birinci nokta Agatha Christie’yi bir anlatım ustası, zeki bir yazar yaparken, ikinci nokta edebi yönden biraz hırpalamaktaydı.
Elbette ki, her kitap için aynı şey söylenemez. Bence, Roger Ackroyd Cinayeti, ABC Cinayetleri, Koltuktaki Ölü, Nil’de Ölüm, Sonsuz Gece gibi kitapları edebi yönden çok başarılı romanlardır. Entrika açısından ise ABC Cinayetleri ve Roger Ackroyd Cinayeti ilk sırayı paylaşırlar. Entrika yönünden çok zayıf bulduğum roman ise Nil’de Ölüm’dür. Bu romanda cinayetin Mısır’da Nil nehri üzerindeki lüks bir gemide işlenmesinin hiçbir rasyonalitesi yoktur. Hele entrikanın karmaşıklığı dikkate alınacak olursa, katilin cinayet işlemek için ta Mısır’a kadar niye geldiğini anlamak nerdeyse imkansızdır. Katil sorununu pekala Londra’da hem de herkesin gözlerinden uzak bir köşede halledebilirdi.(!).
Agatha Christie’nin romanlarının çoğunun belli bir klişeye dayandığı öteden beri söylenir. Bazı romanlarında nerdeyse mekanik bir hava vardır. Bu metinlerin çoğu olayın kendisi dışında birbirlerine de çok benzerler. Önce, uzun uzadıya cinayet öncesi ortam anlatılır. Sonra, kitabın 1/3’üne doğru cinayet işlenir. Ardından, çoğu kez kimilerine göre sıkıcı bir tekrardan başka bir şey olmayan soruşturma başlar. Son üçte birlik kısımda bazı yeni gelişmeler olur. İkinci bir cinayet ya da dedektiften sürpriz bir açıklama gibi… Ve son 20 sayfada çözüm verilir.
Bu mekanik yapının bazı romanlarda yer aldığı doğrudur. Bir söylentiye göre, Agatha Christie, romanının planını yapar ve sekreterlerine teslim edermiş. Onun üslubunu iyi bilen sekreterleri de kısa sürede romanı yazarlarmış. Belki bazı kötü eserlerin varlığını bu komplo teorisi açıklayabilir.
Soruşturmada, aynı konunun tekrar tekrar anlatılması bazan sıkıcı olabilmektedir. Ancak, aynı olayın belki 20 kez tekrar tekrar anlatıldığı bir romanı vardır ki, onda sıkılmak şöyle dursun, insan okuduklarına doyamamaktadır. Filler de Hatırlar adlı bu romanda 25 yıl önce işlendiği sanılan bir cinayeti araştıran Hercule Poirot, bıkmadan usanmadan, aynı kişilerin hikayesini farklı farklı insanlardan defalarca dinleyecek cinayeti bu sayede çözecektir.
Yazar:
-
Gencoy Sümer
-
Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.
Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)
yorum