ONLARIN ARASINDA 2

ONLARIN ARASINDA

Onlar

“Haziran ayında yaz gelmiyor artık” dedi İbrahim. Kafasını eğip gözlüklerinin üzerinden baktı, oraya şemsiye almadan gelmelerinin bedelini ödemekten duyduğu hoşnutsuzluğu, apartmana uzanan çetrefelli yolu işaret ederek dile getirdi. Arabadan iner inmez koşar adım apartmanın bahçe kapısında almışlardı soluğu. Ahmakıslatandan nasibini alan ikili, demir kapıyı zorlanarak açıp yollarını kesen bakımsız yeşillik sürüsünün üzerinden atladıktan sonra ezişe büzüşe girmişlerdi binadan içeri. “İyi ıslandık ha” dedi Görkem sırılsıklam olan gömleğini silkeleyip. “Demedim mi sana? Haziran ayı artık yaz falan değil. İklimler değişti.” İbrahim’in boş konuştuğunu ima eder biçimde yüzünü buruşturan Görkem, kafasını sallayıp merdivenleri çıkmakla yetindi. Önden gitmeye hevesli arkadaşına mırıldanarak eşlik etmekse İbrahim’e kalmıştı: “Neden geldik ki buraya? Dosya kapandı sayılır. Tüm deliller adamı işaret etmiyor mu zaten? Adamı bulsak yeter.”

Sessizlik örtüsünün altını kaldırırsa, Görkem’in tatsız düşünceleriyle karşılaşacağını çok iyi bildiği için, kendi söyleyip kendisi dinliyordu. “Adam öldürmüş işte karısını. Klasik aldatma hikayelerinin acımasız sonu. Hep aynı.” İkinci kata geldiklerinde kenara çekilen Görkem soluklanmıştı. İbrahim eliyle üst katı işaret etti ve “Üçüncü kat ihtiyar delikanlı. Bir kat daha var” dedi. “Biliyorum. Ne diye asansör yapmazlar ki? Üç katlı diye mi? Bina eski diye mi?” Islık çalmaya başlayan İbrahim, arkadaşından daha genç olduğunu kelimeler kullanmadan da anlatmanın yolunu bulmuştu ve basamakları koşar adım tırmanıyordu. Görkem ise geride kalmanın tatsızlığını, kurduğu birkaç ikirciklik cümleyle sona erdirmek gayesindeydi: “Bir kere dosya kapanmış değil. Ayrıca tüm delillerin fikir birliği ettiği falan da yok. Sadece işin kolay tarafına kaçmak keyifli geliyor size. Bir an evvel bitsin gitsin istiyorsunuz.”

Üçüncü kata varınca durdu İbrahim. Arkasını dönüp Görkem’in mıymıntı görüntüsüne alaylı bir bakış atmadan edemedi. “Peki, öyle olsun usta. Sen öyle diyorsan… Ama iyi kurcalarım bilirsin. Rahat durmam yani.” Görkem gözlerini kıstı, dişlerinin arasından çıkarttığı dilini yılanları kıskandıracak biçimde kullandı: “Durma, durma. Onun için peşime takıyorum seni. Rahat durma, huzur kaçır diye.” İbrahim memnun biçimde kafasını salladı ve cinayetin işlendiği eve çevirdi yüzünü. Kapıdaki bantların arasından kafasını uzatıp içeri giren genç adam, geçen gün gördüğü manzaradan kalan izleri ve evin duvarlarına sinen şiddetin kokusunu hafızasına kazıyacak şekilde duyumsuyordu. Merdivenleri tıngır mıngır çıkabilen Görkem’in kesik öksürükleri arkasında bitince irkilmişti. “Karşı komşuya gidiyoruz, gel. Şimdi konuşma zamanı.”

Zile kısa dokunuşlarla üç defa bastıktan sonra açılan kapının arkasında iki çift meraklı göz karşılamıştı onları. Görkem klasik konuşmalarından bir tanesini yaptıktan sonra, kapısına cinayet masasından birileri dayanınca insanların yüzüne hâkim olan o büyük endişeyi çabucak dağıtabilmek için kıvamlı biçimde gülümsedi. İçeri buyur ettiler tabii. Hatta telaşlanan kadın onlara çay ikram etmekte epey ısrar etti. Tüm bunlara alışık olan Görkem, zamanlarını en akılcı biçimde kullanabilmek için hemen sorularla dolduruverdi odayı. “İfadelerinizi almıştık, epey de konuşmuştuk. Ama kafamıza takılan birkaç şey var. O yüzden buradayız. Yardımınız gerekli.” Adam karısından önce sallamıştı kafasını. “Sizi dinliyoruz komiserim. Elimizden ne gelirse yapmaya hazırız.” Görkem ayağa kalkıp odanın içerisinde kısa bir tur atan İbrahim’i özgür bırakmıştı. Bazen olurdu öyle. Umulmadık anda sağı solu kurcalarken hiç akla gelmeyen şeyler bulurdu İbrahim. Hatta bir keresinde cinayeti, masa üzerinde duran bir fotoğraf sayesinde çözmüşlerdi. O yüzden ev sahiplerinin gerginliğini arttıran evi kurcalama harekâtını bakışlarıyla destekliyordu Görkem. İlk sorusunu pat diye sordu ki, nefesi kesilen karı kocanın karşısında İbrahim derhal hayalete dönüşebilsin. “Dosyada açık kalan bir kısım var. Şöyle ki, komşunuz… Füsun hanım. Onu bir haftaya yakın görmediğinizi söylemiştiniz. Sinop’a gidecekmiş, size öyle söylemiş.” Bu kez adamdan önce karısı atlamıştı söze: “Evet öyle söylemişti. Valiz hazırladı. Benden tarhana istedi hatta. Hediye götürmek için.”

Kadının kocası da tuhaf bir heyecana kapılıp gövdesini taşımıştı öne. “Evet amirim. Görmedik vallaha billaha. Şerefimizin üzerine yemin ederiz ki görmedik.” Görkem şeytansı gülüşünü masanın orta yerine bırakırken, İbrahim incelediği bibloları öylece bırakmıştı. “Ben size gördünüz demedim ki! Mevzu başka.”

Kısa bir öksürükle boğazını temizledikten sonra da devam etti: “Ablası gelmiş. Füsun hanıma telefonla ulaşamadığı için. Anahtarı olmadığından sizin kapınızı çalmış. Sizde yedek anahtar hep duruyormuş. Ne olur ne olmaz diye.” Son kısmı aşırı vurgulu biçimde söyleyen Görkem, özellikle adamın tüylerini diken diken etmişti. “Ama evde yokmuşsunuz. Kapıyı açan olmamış.” Adam soluğunu tutmaktan yorulmuş gibi bir anda dışarı bırakmıştı olanca nefesini: “Tüh be! Üzüldüm şimdi. Keşke evde olsaydık. Daha erken bulunurdu ceset. Öyle değil mi Mükerrem?” Kadın ellerini dizine vurup hayıflanmıştı. “Evet ya inanmıyorum. Ne zaman gelmiş ki? Hay Allah! Tüh tüh! Çok üzüldüm şimdi.”

“İkinci gün. Yani size gideceğini söylediği günden sonraki ikinci gün.” İbrahim de usulca ilişmişti koltuklardan birine. “Gündüz, saat üç sularında gelmiş.” Aynı anda uzatılan “Hımm” seslerinin akabinde fener gibi yanıp sönmüştü Görkem’in gözleri. “Ve siz kapıyı açmamışsınız.” İbrahim de kafasını sallayarak sessizce onay vermişti. Adam işaret parmağını dudaklarının arasına götürdü, karısına sordu: “Neredeydin ki o gün? Evde olursun genelde. Çarşıya falan mı çıktın acaba? Hatırlıyor musun hayatım?” Kadın hafızasını zorlar gibi sıktı gözlerini ve görünmeyen bir el yardımıyla yukarı kaldırdı kaşlarını. “Olabilir. Hatırlamıyorum ki. Yani evdeyim hep. Ama arada çarşıya pazara çıkıyorum. Öyle bir ana denk geldi sanırım.” İbrahim eğilerek öne doğru uzatmıştı vücudunu. Televizyonun altında duran uyduyu işaret etti sonra. “Paralı yayın seyrediyorsunuz. Dekoderinize baktırsak, o gün o saatlerde açık sinyali vermiş olabilir mi peki? İyi düşünün.”

Adamla kadın göz göze gelmişlerdi. Korkunun iki yüz arasında bulaşıcı bir hastalık gibi yaptığı yolculuk, odanın orta yerinde kısa bir mola vermişti. Yutkundular. “Bakabilirsiniz tabii ama biz de televizyon neredeyse hiç kapanmaz. Çok nadir yani. Açık kalmış olabilir o gün. Beş dakikalığına falan gittiysem…” demişti kadın. Adam da hiç tereddütsüz onaylamıştı. “Evet komiserim, karım haklı. Televizyonu kapatmak nedir bilmez hiç. Ben de çok kızıyorum ama dinlemiyor. Bütün gün evde ya, sıkılıyor tabii. Bir şey diyemiyorum. Dünyanın elektriğini ödüyoruz vallaha. İsterseniz son gelen elektrik faturasını göstereyim.”

Görkem kaşlarını bir kez daha yukarı kaldırarak konuşmuştu: “Hayır, gerek yok. Bunu da öğrenebiliriz. Yani o dekoder bize televizyonun gündüzleri kapanıp kapanmadığını da söyler.” Tekrar ve bu sefer daha fazla rahatsız edici bir sessizlik olmuştu. Çok derin bir sessizlik. Bakışların ortasına saplanan, tüm sözcükleri lime lime eden, yalanları ölüme terk eden, uğursuz bir sessizlikti bu. Ve İbrahim önce manidar biçimde öksürdü, sonra sıradaki soruyu sordu: “Ne dersiniz? Açık açık konuşalım mı artık?”

 

 

Ben

Akşam işten dönünce, yorgunluk ve üzüntülerle birlikte tüm başarı ve mutlulukları da kapının arkasında bırakır çekilirim bir köşeye. Hep hava kararmadan gelirim, şanslıyımdır akşamüstlerini penceremin on santim gerisinden seyredebildiğim için. Esasında hayatın usul usul yavaşlaması, ona tezat amansız bir telaşla başlar. Herkesin çil yavrusu gibi evlerine dağılma arzusuna buz kokan bir cam perdenin arkasından tanıklık etmek güzeldir. Önce soluklanır, mutfağa girerim. Karıma ilişmem, o saatlerde televizyon dizisi henüz bitmemiş olur. Sırf bir şeyler söylesin, hipnotize olmuş gibi ekrana bakmasın diye laf atacağım tutarsa da, eliyle susmamı söylemekten öteye geçmez. Üstelemem. Makinenin düğmesine basarım, su kaynar iki dakikada. Bütün gün beni evde bekleyen vücutsuz ben, gülümseyerek tutuşturur bardağı avuçlarıma. Sessizlik ve koyu karanlık şehri ele geçirmeden, insanların son çırpınışlarına tanıklık etmek isterim. Kimseye bir şey olmaz ama ben boğulurum. İlla ki her akşamüzeri tuhaf bir şeyler olur bana.

Ama o gün, yani hikâyenin bize temas etmeye başladığı gün, tuhaflığın da ötesine geçen bir şey oldu. Tam karşımdaki apartmandan saçlarını düzelte düzelte yürüyen, uzun saçlı bir adam çıktı. Nedendir bilinmez, gözüm takıldı ona. Durdu. Çöp kovasının yanına bırakılan poşeti es geçmedi. Görüntüsünden rahatsız oldu ve tiksinmeden aldı poşeti, ait olduğu yere gönderdi. Dikkatimi çekmeyi başaracak bir hareketti bu fakat benim bu adamı anımsamamamı sağlayacak daha ilginç şeyler de olacaktı.

Küçücük apartmanların istila ettiği gösterişsiz sokaklarımızda salına salına gezen birisi olmadığı için belki de, o akşamın hikâyesini tamamen ona ayırmıştım. “Belki de misafirdir” dedim kendi kendime ama boğazıma takılan yudum, gözlerimin adamın peşinden gitmesi konusunda ısrar etmişti. Bakmaya devam ettim. Dümdüz ilerleyip hemen karşı köşedeki markete girdi. Market evimin görüş alanında olduğu için, merakla bekledim adamın geri dönüşünü. Kısa sürdü. Taş çatlasın on dakika sonra kapıda belirdi. Uzaktan noktacık gibi fark edilen bedeni her adımda biraz daha büyüyordu. Büyüdü, büyüdü ve elindeki minnacık poşetle apartmana geri dönüşüyle son buldu. “Misafir değilmiş” diyerek konuyu kapatmak işime gelmişti o akşam. Hava kararınca her şey, bütün hikayeler susacaktı zaten. Pencereden uzaklaşıp karımın yanına gitmiştim.

Fakat yalnızca bir gün sonra yine gökyüzünün bozulan makyajını düzeltiyordum ellerimle. Cama üfledim, buğusuyla oynadım. Yağmur yağabilirdi ama yağmadı. Sokak gürültücüydü her zamanki gibi ve o uzun saçlı adam, onu anımsamam için bir neden sunmakta gecikmedi, aşağı yukarı aynı saatte apartmandan çıktı. Yorgunluğunu çabuk unutan gözlerim yine onun peşine takıldı ve onunla birlikte caddeyi sonlandırdı, karşıya geçti, markete girdi. Sonra onu bekledim. Yine elinde uyduruk bir poşetle çıkan adam, dosdoğru apartmanına geri döndü. Sanki gece kovalıyordu onu, saklanmasaydı sobelenecekti. O gitti, karanlık vurdu pencereme, bir kez daha döndüm içeriye.

Peş peşe iki gün daha aynısı oldu. Uzun saçlı adam vaktini şaşırmadan markete gitti, kısa bir süre sonra elinde minicik bir poşetle apartmana döndü. Üst üste iki gün yağmur yağdı ve adam ısrarla şemsiye almadı yanına. Belki market yakın diye, belki ıslanmak istediği için. Ama ben gözlerimle ördüm perdeyi ve adamın arkasından floresan ışıklarına emanet ettim odamı. Girdim içeriye, hep içerde olduğumu bile bile.

Sonunda dayanamadım. Sonraki gün pencerede beklemek yerine apartmanın kapısında dikildim. Ve yine dakikasını sektirmeden çıktı dışarı. Bu sefer dizginleyemediğim anlamsız merakıma yenik düştüm. Takip ettiğimi belli etmemeye çalışarak, ufak adımlarla gittim peşinden. Belki hissetmişti belki benim hüsnükuruntumdu, bilmiyorum. Ama bir iki defa kafasını çevirip arkasına gözlerini dokundurduğunu fark ettim. Sanki biliyordu ensesinde olduğumu. Öyleyse bile oyunu bozmamıştı.

Önce o girdi markete, arkasından da ben girdim. Tam tahmin ettiğim gibi, önüne ilk çıkan raflardan uyduruk bir şey aldı ve oraya farklı bir amaçla gittiğini düşünmekteki hevesimi boşa çıkarmadı. Rafların arasında sızdırdığı bakışlarının kasiyer kıza sakız gibi yapıştığını fark etmem uzun sürmedi. Dikkatli gözlerle seyretti kızı. Arada rafları kurcaladı, eline bir paket pirinç aldı, evirdi çevirdi, geri bıraktı. Ama uzaktan uzağa kızı göz hapsinden tutmaya hiç ara vermedi. Ve kasada bekleyen müşteri kalmadığı anda hızla gitti kızın yanına. Adım adım, an be an seyrettim onu. İşini yapan genç kıza dair görebileceği tüm detayları ezberleme gayreti içerisindeydi sanki. Şaşırdım. Para işi bitince dışarı çıktı, ben de hiçbir şey almadan terk ettim marketi. Bu kez peşine takılmadan, yolumu değiştirerek akşamın sona ermesini diledim içimden. Çünkü hissetmiştim veya akşamüstlerini seyretme aşkım, eninde sonunda bir hikâyeye ihtiyaç duyacaktı. Onu bulmuştum. Bu adamın karanlık yanı, o kıza kötü bir şey yapmak için pusuda bekliyor olmalıydı.

O günün ardından bu işin peşini bıraktım. Hatta bir süre pencereye bile yaklaşmadım. Anlamsız merakım yerini açıklanamaz korkuya bırakmıştı. Şahit olmak istemiyordum bundan sonrasına. Ne o adam ne de o kasiyer kız zihnime tırmanmamalıydı. Kötü bir işe bulaşma eşiğimin çok düşük olduğunu fark etmem, pencerenin yerine karımın dizisine eşlik etme seçeneğini kullanmamı sağlamıştı. Ama olmadı. Hiç işe yaramadı.

 

Onlar

Adam karısıyla kısa bir süre göz göze geldikten sonra derhal kırmıştı direncini. “Peki komiserim.” Öne doğru eğilmeyi, daha ciddi konuşmaya başlamak için zorunluluk haline getirmişti. Görkem ve İbrahim’e doğru yaklaşan yüzü, dudaklarının her hareketinin altını çizecek kadar derin ifadeler barındırıyordu. “Bundan birkaç hafta önce ağlayarak gelmişti Füsun. Görmeliydiniz, bitik vaziyetteydi.” Karısı söze girecek gibi olduysa da derhal vazgeçti, kocasına destek olmak için kafasını sallamakla yetindi. “Kız kardeşimi öldürdüler dedi hıçkıra hıçkıra ağlayarak. Çok şaşırdık, teselli ettik falan. Sonra… Sonra şey oldu.”

“Ne oldu?” Genellikle Görkem’in bir adım gerisinde olmayı tercih eden İbrahim kontrolünü kaybetmişti. Adam borç para verir gibi nazlanarak düşürmüştü kelimeleri: “Kızın fotoğrafını gösterdi bize.” Lafını yarıda bırakıp arkasını getirmek için cesaret topluyordu ama İbrahim’in sabrı yoktu: “Ee?” Adam ıkına sıkına anlatmaya devam etti: “Ben kızı görür görmez tanıdım. Şu karşı köşedeki markette kasiyerlik yapan kızdı. Bilmiyorduk tabii. Yani ben biliyordum. Ama öğrenmem kötü bir tesadüf sebebiyle olmuştu.” Arkasını döndü pencereyi işaret etti. “Her akşam şu pencereden dışarıyı izlerim. Tam karşımızdaki apartmanda oturan bir adamın her akşam o markete gidip uyduruk bir şey alıp geri döndüğünü fark ettim. Merak ettim. Takip ettim adamı.” Görkem ile İbrahim kaçamak bir bakışmayla hikâyenin orta yerinde buluşmuşlardı. Ses çıkarmadılar, adamın anlatımını bölmediler. Zaten hızını almış gidiyordu adam. Yani Arif.

“Marketle falan bir ilgisi yoktu adamın. Öylesine bir şey alıp kasiyere kızı seyrediyordu uzaktan. Bir terslik olduğunu hemen anlamıştım. Adamın sinsiliğinden, bakışlarından…” Bu sefer Görkem girmişti araya: “Ne yaptınız peki? Takibe devam mı ettiniz?” Kendinden emin ve çok net bir ifade ile “Hayır” demişti Arif. Omuzlarını silkti, başını öne eğdi. Sanki utanmaya mecburdu ve bunu başarabilmek için kendini zorluyordu. “Hayır. Korktum. Tuhaf bir rahatsızlık duydum ve o gün orada bıraktım bu işin peşini.” Anlamlı biçimde kafasını sallayan Görkem’in cevabı hazırdı. “Anlıyorum.”

“Lütfen korkaklıkla suçlamayın beni. Belaya bulaşmak istemedim diyelim. Tamam, kabul ediyorum. Doğrusu polise gitmekti belki.” Elini havaya kaldıran Görkem, “Hayır, hayır. Kimsenin sizi korkaklıkla suçladığı falan yok. Lütfen devam edin. Ortada bir şey yokken, sadece şüphe için polise gitmemeniz tuhaf değil” dedi. Bu cevaba sevinen Arif’in parıldamıştı gözleri. “Değil mi ama?” Hızla artan güven hissiyle arkasına yaslandı. “O gün fotoğrafı görünce dayanamadım, anlattım bunları. Füsun da ağzı açık bizi dinledi. Sonra aldı beni, koşa koşa götürdü karşı apartmana. Bütün zilleri çaldık. Ve adamı bulduk. Oturduk, konuştuk.”

Görkem sakinliğini korurken, İbrahim heyecanlanmıştı. İki kaşını havaya kaldırarak tepkisini verdi: “Nasıl? Kız kardeşinin katiliyle oturup sohbet mi etti kadın?” Arif ellerini birbirine kenetleyip diz kapağının üzerine yerleştirdi ve gerindi. Üzerindeki ağırlıkları attıkça rahatlıyordu. “Hayır komiserim. Adam ben yapmadım dedi ama bizi de o şekilde karşısında görünce korktu. Bildiklerini anlatmaya razı oldu. Ben de Füsun’u sakinleştirdim. Adamı güzel güzel dinledik.” “İbrahim’in çık sesi çıkartarak “İlginç!” demesinin arkasına yapışan Görkem, Arif’in bu rahat tavrından faydalanmak istiyordu: “Lütfen devam edin, gayet iyi gidiyorsunuz.”

“Meğer kocasıyla kız kardeşi sevgiliymiş zamanında. Onlar ayrıldıktan kısa bir süre sonra Füsun kız kardeşinin eski sevgilisiyle evlenmiş. Haliyle iki kardeş arasına kara kedi girmiş. Fakat hayat işte. Bir şekilde zaaflar iş başına geçmiş ve adam tekrar ilişki yaşamaya başlamış eski sevgilisiyle. Fakat kızın hamile kalması işi bozmuş. Çocuğu doğuracağım diye tutturmuş ve ilişkilerini Füsun’a anlatacağını söylemiş.” Arif nefeslenmek için mi yoksa anlattıklarının ağırlığını taşımakta zorlandığı için mi bilinmez ama bir süre duraklamıştı. İki polisi merakta bırakırken, “Ya sonra?” diye sormalarını beklemişti. Ama Görkem, “Demek bu yüzden kardeşinden hiç bahsetmemiş size Füsun hanım. Küs oldukları için yani. Yoksa bu kadar yakında çalışan kardeşinden bahsetmez mi hiç insan?” diyerek konuşulmamış olanı da bağlamıştı hikâyenin bir ucuna.

Kafasını sallayan Arif devam etmişti: “Aynen öyle komiserim. Neyse işte. Bu gizli aşkın sonu, olayları kontrol edemeyen kocanın müdahalesiyle son bulmuş. O gördüğüm uzun saçlı adam, Haldun’un, yani Füsun’un kocasının paraya çok ihtiyacı olan bir arkadaşıymış. Ona hamile kardeşi öldürmesi için para teklif etmiş Haldun. Adam kabul etmedim dedi ama biz anladık. Şeytana uymuş belli ki. Adam da kızı ortadan kaldırınca mesele halloldu sanmış Haldun. Fakat işi bozan biz olduk karımla.” Taşların yerine oturmasından duyduğu memnuniyeti bakışlarıyla belli eden Görkem, “Anlıyorum. Adamla konuşup eve mi döndünüz peki?” diye sordu. “Aynen öyle komiserim” dedi Arif. Kafasını emme basma tulumba gibi sallamakta ustalaşmaya başlamıştı yavaş yavaş. “Ben o gün kızı tanıyınca ve tüm hikâyeyi Füsun’a anlatınca ortalık karıştı sanırım. Sakinleştirmeye çalıştım ama pek karışmak da istemedim. Korktum ne yalan söyleyeyim? İşin içinde cinayet var. Uzak durayım dedim ama iş işten geçmişti çoktan. Muhtemelen her şeyi Haldun’a anlattı Füsun. Karısının polise gideceğini ve arkadaşını şıp diye yakalayacaklarını anlayan adam da işi bitirdi diye düşünüyorum. Sonrasında kaçtı herhalde. Biz de korkumuzdan kapıyı kimselere açmadık.”

Bıyık altından uzun bir gülümseme ikram eden Görkem, önce İbrahim’e dokundu delici bakışlarıyla. Onu tanımayan birisinin ne ima ettiğini anlaması zordu. Arif ve karısının şaşkın bakışları bu sebepten yerinde verilmiş bir tepkiydi. “Hepsi tamam. İlginç ve hayli karmaşık bir hikâye. Ama tek bir şey açıkta kaldı. Onun da cevabı yalnızca sizde” dedi dudak ucuyla. Arif’in özgüvenin tek bir hamleyle alaşağı etmesi tam da ondan beklenen bir hareketti. “Nedir o komiserim?” diye sordu Arif çekinerek. “Kapıyı kimselere açmasanız bile, karısını dinledikten ve ortadan kaldırdıktan sonra muhakkak gelmiştir sizin yanınıza. Bir şekilde başarmıştır bunu.” Görkem’in bıçağın sivri ucuna benzeyen göz süzmeleri altında hareketsiz kalan Arif ile karısı, uzun bir “Hayır” dan sonra “Açmadık kapıyı. Görmedik onu” demişlerdi.

Sol kaşının üzerini tatlı tatlı okşayan Görkem, sırıtarak koymuştu noktayı: “Onu nereye gömdünüz?”

Yazar:

Umut Kaygısız
En Son Yazıları

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum