Modern Türk Polisiyesi – Polisiye Yazarlarımız
Necati Göksel
Merhaba sevgili polisiyeseverler! Bu hafta, birçoğunuzun kendisini Hayat Askıda, Kayıp Yolcu, Kara Kadife gibi kitapları ve TRT geçmişi ile tanıdığınız polisiye yazarı Necati Göksel’e konuk oluyoruz. Kendisi ile içten ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik, umarız sizler de keyifle okursunuz.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Çok fazla ilgi alanım var. Bu ilgi alanları tarihten arkeolojiye, felsefeden edebiyata, grafik
sanatlardan sinemaya kadar bir çok farklı dalı içeriyordu. Son yıllarda daha çok edebiyat ve sinema öne çıktı.
Sizi TRT programlarından tanıyoruz peki yazar olmaya ya da bir kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Yazar olmaya karar vermedim, zaten yazar olarak doğdum. Yeri gelirse bunu bir kitapta anlatacağım zaten. Benim şu cümlem durumu özetleyebilir: “İnsan ilk satır kağıda düştüğünde değil, ilk satır yüreğine düştüğünde yazmaya başlamıştır bence. Belki okumayı öğrenmeden yazar olmuşuzdur da farkına varmak için önce okumayı sökmemiz gerekmiştir.” Ben çocukluğumdan beri yazıyorum zaten.
Romanlarınızdaki karakterleri nasıl seçiyorsunuz?
Bunun özel bir yöntemi yok. Her şeyi önce kendimden çıkarıyorum. Belirttiğim gibi ilgi alanlarınız fazla olunca beslendiğiniz kaynaklar da fazla oluyor. Bir de hayat yolunda edindiğimiz deneyimler, hatıralar, bizi tetikleyen ilhamlar, kişiler.
Bize biraz ilk kitabınızdan bahseder misiniz? “Hayat Askıda” nasıl doğdu?
Hayat Askıda aslında ilk olarak 1994 yılında not aldığım bir kısa roman taslağıydı. 2000’li yılların başında TRT’nin en prestijli programlarından birini yaparken o zamanki TRT yöneticilerinden birinin sürekli programın yayın günü ve saatini her hafta değiştirerek içindeki kıskançlığı programa zarar vermeye çalışarak dışa vurması beni özgür olmadığımız, ne denli başarılı olursak olalım, nefsi aklından önde giden liyakatsiz birinin aptalca kararlarıyla kaderimizin belirlendiği bu durumdan çıkacak yollar aramaya itti. Üstelik bir TV programı yaparken başarınız onlarca kişinin emeğine bağlıdır; dekorcusundan, sunucusuna, kameramanından ışıkçısına kadar. Üstelik bunların en iyilerini her zaman seçme şansınız yok. Oysa kağıt ile kalem arasındaki tek şey sizin aklınız ve beceriniz. Bu yüzden ilk romanımı yayınladım. O roman Hayat Askıda idi. 2004 yılında yayınlandı. Fakat asıl ilgi görmesi 10 yıl sonraki yeni baskısıyla birlikte oldu.Hayat askıda kitabını indirmek için tıklayınız:
Bir yazar olmanın en güzel yanı nedir?
Özgürsünüz. Nispeten özgürsünüz. Çünkü sonsuz özgürlüğe sahip olmadığınız bir ülkede yaşıyorsunuz. Yazacağınız satırlar onun bunun inancını, geleneksel düşünce biçimini, ezberlerini bozdukça rahatsız edilebilirsiniz. Yine de bu ülkenin koşulları içinde ben elden geldiğince eleştirmek istediğim her şeyi şöyle bir sarsmaya çalışıyorum. Ayrıca, sizin ve kaleminiz arasına aklınızın yerini almak isteyen bir ukala girmiyor.
Ya Yönetmen olmak?
O benim en büyük hayalimdi. Çocukluğumu bilenlere sorsanız, size mercek ve güneş yardımıyla sinemanın çöplüğünden topladığım film kırpıntılarını duvara yansıtıp neler yaptığıma dair çok ilginç hikayeler anlatacaklardır. Hayat Askıda romanımı yazdığımda bile onun filmini çekmek istiyordum fakat şimdi sinemayı bir izleyici olarak seviyorum. Sinema dilinin çabuk eskidiğini düşünüyorum. Bu belki benim için geçerli değil. Ben sessiz sinema klasiklerinden de modern filmlerden de çok zevk alıyorum ama çoğu kişi farklı. Oysa bir edebiyat eserinin yazarı kim olursa olsun yönetmeni okuyucudur. Çünkü sizin tasvirlerinizi alıp zihninde sahneleyen odur. Bu yüzden edebiyat eskimez.
Kitabınızın baş karakteri Metin’in otorite ile arası pek iyi görünmüyor, sizi de takip ettiğimiz kadarı ile oldukça sistemi açık açık eleştiren biri olarak görüyoruz, bu konuda neler demek istersiniz?
Evet anti otoriter bir kişiliğim var. Hayat boyu arayışım sürdü. Son yıllarda Varoluşçuluk ve anti otoriter bir bakış daha belirginleşti. Bunu da Metin Kara kimliğine büründürerek yansıttı.
Diğer bir taraftan baktığımızda Kamu Yönetimi okuduğunuzu ve TRT gibi sistemin parçası bir kurumda çalıştığınızı görüyoruz. Bu seçimler sizi iş veya özel dünyanızda çatışmalara sürüklemedi mi?
Evet, zaten ilk romanımı yazmam bile bahsettiğim gibi o çatışmanın bir sonucudur. İş bulmam gerekiyordu. Erken evlenmiştim. Bir eve bakmam gerekiyordu. Üstelik devlet bana şu anki kadar uzak görünmüyordu. Sistemin içine girdim. TRT’de prodüktör olmak son yıllara kadar dünyanın en rahat mesleklerinden biriydi. İşinizi yaptığınız sürece iş saatlerinizi kendiniz ayarlayabiliyordunuz. Bir sabah program kurgusuna başlayıp ertesi sabah kurgudan kalktığımız da oluyordu, günlerce eve gitmeden şehir şehir dolaştığımız da… Fakat bütün bunları kendimize göre ayarlayabiliyorduk. Zaman geçtikçe başka bir irade altında yaşamak bahsettiğim gibi beni iç çatışmalara sürükledi. Öte yandan sistemin içinden biri olarak sitemin bütün zaaflarını çok iyi gözlemledim. Otorite karşıtlığı giderek belirginleşti. Eğer romanlarımdan biri beni geçindirecek kadar para kazandırsaydı şu anda devlet benim için çok uzak bir hatıra olacaktı. Yine de etrafımdaki gençlere “ne olursanız olun ama devletin bir dişlisi olmayın,” demekten kendimi alamıyorum.
Kitaplarınız aslında bir senaryo gibi akıyor. Bu
durum yönetmenlik yapmanızdan mı kaynaklanıyor yoksa kitaplarınızın filmlerini
çekmeyi planladığınız için mi bu şekilde yazdınız?
Aslında bende görsel bakış çok belirgindir. Başkalarının uzun uzun tasvirler yaparak anlattığı bir ayrıntıyı bir iki kelime ile anlatmak yetisi sinema anlatım biçimini içselleştirmenin ve içimdeki olayları görsel çözümlemenin bir sonucu. Bu anlatım dilime de yansıyor. Ayrıca Yunus Emre örneğini çok veririm. En kısa cümlelerle en karmaşık fikri anlatmak bir düsturdur benim için. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm,” çok derin bir cümledir. Benim yazma felsefem de biraz böyledir.
Okuyucular için son kitabınız hakkında ne söylemek istersiniz? Gidip hemen alın dışında 🙂
Gidip alın deyince gidip alsalar zaten onu söylerdim. Gidip almasınlar bence. Bir gün gidip almak zorunda hissedecekler zaten. Fakat o okuyucular beni keşfetmekte ya da anlamakta geç kalmış bu çağın okuyucuları mı olur, yoksa başka bir kuşak mı onu Allah bilir.
“Saatçi peygamber” adlı kitabınızdan bize biraz bahseder misiniz? Bu sefer kaleminiz ile 1400’lü yıllara seyahat ediyoruz:
Saatçi Peygamber’i burada anlatamam. Anlatırsam sığmaz. Kıymeti bilinmemiş bir eserdir. Eğer İngilizce yazsam ve başka bir ülkede yayınlanmış olsa uluslararası klasik olurdu. Etrafımdaki bazı kimseler kitabı İngilizceye çevirtip yurt dışındaki yayınevlerine sunmayı öneriyorlar. Bu konuyla ilgileneceğim. İngilizce yazılmamış, tercüme edilmiş, üstelik ana dilindeki ülkede ilgi görmemiş bir eserle ilgilenirlerse İngilizce’ye çevirtip İngiltere ya da ABD’deki yayınevlerine göndermeyi düşünüyorum. Talihsiz bir ülkede yaşıyoruz. Ne kadar yüzeysel olursanız o kadar çok satıyorsunuz. Bir iddia da bulunayım: Adım Necati Göksel değil de mesela Paul Adam olsa ve kitapların tanıtımı aynı oranda yapılsa kitaplarım çok daha fazla satılırdı. Yine de “yabancı yazarlar haricinde okuyabildiğim nadir Türk yazarlarındansınız,” diye mesaj gönderen güzel okurların hakkını teslim edeyim.Saatçi Peygamber kitabını indirmek için tıklayınız:
“Yazarların çoğu depresif bir ruh haline sahiptir. Derin düşüncelerin kasvet getirmesi doğal ama öte yandan iyi tarafları da var” demişsiniz, kendisinizi depresif olarak görüyor musunuz? Derin düşüncelerin pozitif yanları nedir bizim için biraz açar mısınız?
Evet, tıbben kimse teşhisini yapmadı ama manik-depresif bir kişiliğim olduğunu düşünüyorum. Basit bir mutluluk beni göklere zıplatırken, küçük bir üzüntü ya da takıntı da yerin en derin kuytuluklarına düşürüyor beni. İyi tarafı ise yazarken, bir dünya kurarken birebir onu yaşıyor oluşunuz. Yaşıyor gibi… demiyorum. Yaşıyorum. Biliyorsunuz, Matrix filminde de anlatıldığı gibi sadece bir beyinden ibaret olsanız ve o beyine görmenin, dokunmanın, hissetmenin bütün verileri sürekli akıyor olsa siz onu gerçek bir yaşam olarak algılarsınız. E, ben bunu zihnimde zaten yaratıyorum işte.
Sizi en çok destekleyen ve köstek olanlar kimlerdi? Neler yaptılar? Hatırlatalım İsim vermek zorunda değilsiniz. 🙂
Beni en çok destekleyen her zaman oğlum olmuştur ve onun annesi. Köstek olanlarsa bütün
düzen.
Yeni bir kitap projeniz var mı?
Sayılamayacak kadar çok. Üstelik laf olsun diye söylemiyorum ama yeterince okunmadıkça yazma isteği içimden gelmiyor.
Beğendiğiniz yazarlar ve sanatçılar kimdir?
Nuri Bilge Ceylan ve Reha Erdem favori yerli yönetmenlerimdir. Yabancıları saymayacağım çünkü onlarca isimden birini atlarsam üzülürüm. Peyami Safa, R. Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin’in özellikle hikayeleri ve Anadolu notları, Sabahattin Ali, Orhan Pamuk hemen aklıma gelen yerli yazarlar. Yabancıları yine saymak istemiyorum,
çünkü Franz Kafka gibi depresif yazarlardan Jack London gibi maceracılara kadar neredeyse bütün batı edebiyatı.
Başucu olarak adlandırdığınız kitaplarınız var mıdır? Hangileridir?
Borges: Alçaklığın Evrensel Tarihi. Yine onun derlemesi olan Babil Kitaplığı serisi. Marvin Harris: Yamyamlar ve Krallar. Sartre: Varoluşçuluk. Antony Storr: Öteki Peygamberler. Andrew Nikiforuk: Mahşerin dördüncü Atlısı. Anton Çehov: Bütün Hikayeleri. Luigi Pirandello: Bütün Hikayeleri. Heinrich Böll: İrlanda Güncesi. Jack London: Alaska’da geçen tüm hikayeleri. Peyami Safa: 9. Hariciye Koğuşu.
Romanlarınızda küfre pek yer vermiyorsunuz ancak son romanınızda oldukça küfür var. Bu durumu, yapıtı gerçekçi kılmak adına kullandığınızı belirtmişsiniz ama size eseri kirletiyor gibi geldiğini de eklemişsiniz. Bu durum için ne diyeceksiniz fikirleriniz daha keskinleşti mi? Yarattığınız karakter ile sizin kendi kişiliğiniz arasında tatlı bir çatışma ya da tarz ayrılığı gibi geldi bize.
Küfür etmek için illa adama “s*ktir” dedirtmeye gerek yok. Son romanım GECE GÜNDÜZ’ün tamamı düzene küfür zaten. Küfrü sadece bir iki sahnede diyalogları gerçekçi kılmak adına kullandım. Aksi halde teatral olacaktı. Onca güzel cümlenin arasına sinkaflı şeyler koymak eseri bayağılaştırıyor gibi geliyor bana. Ben usturuplu bir şekilde yaptım. Fakat düzenin piçliğini çırıpçıplak sergilemişken, kitaptaki bir küfrün çok önemli olduğunu sanmıyorum.
Tanık olduğunuz en büyük suç neydi?
Vicdanların çalınmış olması. Vicdanların bugün terazide tartılır olması. Vicdanın bir meta gibi alınıp satılır hale gelmesi. Tanık olduğum bir durum değil, tanık oluyor olduğum bir durum. Kesintisiz sürüyor.
Sizi takip ettiğimiz kadarıyla futbolu da çok seviyorsunuz, ne olacak bu milli takımın hali?
Bir ülkenin kurumları bileşik kaplar misali birbirine bağlıdır. Sistem iyi işliyorsa bu bütün kurumlarıyla olur. Sistemin işleyişinde sorunlar varsa, liyakatsiz insanlar sırf bendendir diyerek oraya buraya yerleşmişse, bütün sistem bundan etkilenir. Milli takım da o sistem içinde çalışıyor. Umutvar olacak bir durum yok.
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Hobileriniz nedir?
Film izlerim. İnternete takılırım biraz. Eğer vaktim varsa Ege bölgesine gider içime temiz havayı çekerim.
Burcunuz nedir ve burcunuzun özelliklerini taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Yay… Böyle şeylere inanmam ama bir gün bir assistanım bana burçların özelliklerini okuyunca ağzım açık kaldı. Sevdiğim renklerden, özgürlükçü tutumuna kadar bana benziyordu. Kitaplarımda ok ve yay da bazen sahne alır; bunun burcumla ilgisi var mı bilmiyorum. Öfkelendiğim insanları içimden ok atarak öldürürüm. Mesela tabanca çok tatsız kalıyor yayla fırlatılıp adamı delip geçen o okun yanında.
Aşk tanrısı Eros da iyi okçudur bildiğiniz gibi 🙂 Sizin için Romantik Polisiye yazıyor dendiğini duyuyoruz, ne diyeceksiniz bu duruma? Metin Kara çok mu duygusal biri yoksa bu alanda sizin bir yansımanız mı?
Benim bir yansımam. Çok iyi bir aşk romanı yazdığımda bunu keşfedeceksiniz. Zaten duygusallığın olmadığı romanım yok ki.
Başka bir meslek seçmek zorunda olsanız hangi mesleği seçerdiniz? Yönetmenlik dışında elbet 🙂
Nişancı olurdum. Anarşist bir katil olmak isterdim. Kiralık değil ama kendime çalışırdım. Sisteme yön veren diktatör bozuntularına suikast yapmak isterdim.
En beğendiğiniz kitap hangisidir?
Gerçekten bilmiyorum; sadece Anton Çehov’un hikayeleri diyebilirim.
En beğendiğiniz film hangisidir?
Blow-Up, La Dolce Vita gibi entelektüel düzeyi yüksek filmlerden başlayıp Godfather gibi ticari filmlere kadar 1000 civarında film. Şaşırabilirsiniz: En çok da romantik komedileri severim. Çünkü birkaç kere izlemek sıkmaz, bıkkınlık vermez.
Türk polisiyesi hakkında düşünceleriniz nedir? Polisiye edebiyatın bizde neden gelişemediğine ilişkin neler diyeceksiniz?
Gelişiyor… Bunun en güzel örnekleri Hayat Askıda ve Gece Gündüz gibi kitapların bu ülkede yayınlanabilmesi. Basit toplumlarda basit cinayetler işlenir, ilişkileri ve zekası griftleşmiş toplumlarda karmaşık cinayetler işleniyor. Biz de bu konuda hızla ilerliyoruz şükürler olsun (!)
Daha önce görüştüğümüz Suphi Varım, görüşeceğimiz bir sonraki polisiye yazarına, yazma eyleminin onu değiştirip değiştirmediğini sormuştu, biz yönetmenlik yapmak sizi değiştirdi mi diye soralım ve yazarlıktan sonra siz yeniden bir değişim sürecine girdiniz mi diye soruyu değiştirelim,
ne dersiniz?
Yönetmenlik değil de yazarlık beni değiştirdi. Çünkü ben en iyi yazarken düşünürüm ve yazma sürecini yaşarken en açık ve net fikirlere ulaşırım.
Siz de gelecek hafta görüşeceğiz sıradaki polisiye yazarına bir soru yöneltmek ister misiniz?
İstemem; Allah bu ülkede yazarlık yaptığı için yardımcısı olsun.
Siz isterseniz ben size yazmaktan içtenlikle zevk duyarım. Yeter ki isteyin.
Yazar:
-
Turgut Şişman
-
Turgut Şişman, PolisiyeDurumlar.com ve Dedektifdergi.com sitelerinin kurucuları arasında yer aldı ve halen polisiyeseverlerin ilgi ile takip ettiği bu iki projede aktif olarak görev almaktadır. Çeşitli kitaplarda ve online platformlarda hikaye ve makaleleri yayınlanan Turgut Şişman, Polisiye Yazarlar Birliği üyesidir ve 2005 yılından bu yana İngiltere'de yaşamaktadır.
Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)
yorum