Polisiye Hikaye: Hançer - Kısa polisiye öykü

Polisiye Hikaye: Hançer – Kısa polisiye öykü

Cinayet, Bostancı’daki bir köşkte, tahminen gece yarısından sonra bir ile bir buçuk saatleri arasında işlenmiş, ünlü kuyumcu Saffet Akkuş, çalışma odasındaki koltuğunda otururken boynundan bıçaklanarak öldürülmüştü. Aslında buna, ‘hançerlenerek öldürülmüş’ demek gerekirdi. Çünkü cinayet aleti, gümüş saplı antika bir hançerdi.

Ayhan Turna, “Katil romantik biri olmalı,” dedi, koltuktaki cesedin boynuna dikkatle bakarak. “Hançerle cinayet işlemek başka nasıl açıklanabilir ki?”

Cinayet Masası Şefi Başkomiser Mitat, yardımcısının bu tür dikkatsizliklerini deneyimsizliğine vererek, hoş görülü bir sesle, “Bence bu tamamen bir fırsat ve niyet meselesi,” dedi. “Az önce salondan geçerken büyük camlı dolabı mutlaka gördün ama içindekileri farketmedin sanırım. Bu zavallı adamın boynundakine benzeyen hançerden en az on tane vardı orada.”

Ayhan, elini kafasına vurdu. “Şu hançer kolleksiyonu. Ah evet amirim. Onu gördüm ama bağlantı kuramadım.”

“Katil, muhtemelen oradan almış olmalı bu hançeri. Araştıracağız tabii… Neyse, Maktul hakkında neler öğrendin?”

Yardımcısı Ayhan Turna not defterine bakarak, “ Adı Saffet Akkuş,” dedi. “Çok zengin biri. İstanbul’un gayrimenkul kralı diye tanınıyor. Asıl mesleği kuyumculuk. Kapalı Çarşı’da başlamış işe. Bir ara adı tarihi eser kaçakçılığına da karışmış, yargılanmış ama beraat etmiş. Ondan sonra da almış yürümüş.”

Başkomiser, “Tarihi eser merakı hançerlerden belli,” diye görüşünü açıkladı.

“Meşhur Akkuş Sabunları da onunmuş.”

Başkomiser şaşırdı. “Yapma yaa? Şu yeşil renkli, mis gibi kokan sabunlar onun muymuş?”

Ayhan sabahtan beri ilk kez gülümsedi. “Evet,amirim.”

Başkomiser, Emniyet Müdürü’nün telefonda kendisine “Durum, çok nazik” derken neyi kastettiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Saffet Akkuş tahmin ettiğinden de önemli biri olmalıydı

Yarım saat sonra, parmak izi uzmanları, doktor ve fotoğrafçı işlerini bitirmiş, ceset bir torbaya konarak Adli Tıp morguna kaldırılmıştı.

Çalışma odasındaki araştırmalarına devam eden Başkomiser Mitat ve yardımcısı Ayhan, önce duvardaki tablonun arkasında gizli bir kasa buldular.

Ayhan, çalışma masasının üstündeki bir deste anahtarı göstererek, “Saffet Bey’in üzerinden çıkanlar bunlar,” dedi. “Herhalde kasanın anahtarı bunların arasındadır.”

Yanılmamıştı. Denediği dördüncü anahtarla kasanın kapısı açılıverdi. İki polis, merakla içine baktılar. Hiçbir şey yoktu.

Kasayı kapatıp, tabloyu yerine astıktan sonra, Başkomiser çalışma masasının altında siyah bir çıkıntı farketti. Kapı ziline benzer birşeydi bu. Ne işe yaradığını anlamak için zile bastı. Az sonra evin uşağı kapıda göründü. Altmış yaşlarında, sakallı bir adamdı. Çok üzgün bir hali vardı. Tereddütlü bir sesle, “Beni mi çağırdınız, efendim?” diye sordu.

“Sadece bir deneme yapmak istedim. Ama zaten sizinle konuşacaktım. İçeri gelin.”

Yaşlı adam kapıyı kapattı, çalışma masasının karşısındaki koltuklardan birine oturdu.

“Bu zil sizi çağırmak için mi?”

“Evet efendim.”

“Evin diğer taraflarında da buna benzer ziller var mı?”

“Hayır efendim. Sadece çalışma odasında var.”

“Nereye bağlı peki bu?”

“Mutfağa ve yatak odama.”

“Cinayet gecesi bu zilin çalmadığını kesinlikle söyleyebilir misiniz?”

“Kesinlikle çalmadı efendim. Aksi halde mutlaka duyardım.”

“Saat birle bir buçuk arasında nerdeydiniz?”

“Yatak odamda efendim. Uyuyordum.”

“Cinayet bu odada işlendi, biliyorsunuz değil mi?”

“Evet efendim. Onu ben buldum. Her zamanki gibi sabah namazı için erkenden kalkmıştım. Saat yedide Saffet Bey’i uyandırmaya gittim.”

“Erken mi kalkardı genellikle?”

“Her sabah saat yedide uyandırılmasını isterdi.”

“Peki devam edin.”

“Yatağının hiç bozulmamış olduğunu görünce çok şaşırdım. Aşağıya indim. Önce alarm tertibatını kapattım. Çalışma odasının kapısı aralıktı. Merak edip içeri girince koltukta onu gördüm.”

“Öldüğünü anladınız mı?”

“Evet.”

“Herhangi bir şeye dokundunuz mu?”

“Hayır, öylece kalakaldım, hiçbir şeye dokunmadım. Kendime gelir gelmez Cihangir’i uyandırmak için üst kata koştum.”

“Şu alarm tertibatı nedir?”

“Gece dışadan kapı ve pencerelerde zorlama olursa alarm çalar.”

“Siz mi kuruyorsunuz onu her gece?”

“Evet. Yatmadan önce gece saat 11’de kurarım. Sabah da kalkınca 7’de düzeneği kapatırım.”

“Cihangir kim?” diye sordu Mitat.

“Saffet Bey’in yeğeni. Daha doğrusu ölen eşinin yeğeni.”

“Saffet Akkuş evliydi demek. Ne oldu karısına?”

“1944’de, bir tren kazasında öldü. Yirmi yıl önce. Yanında kız kardeşiyle kocası da vardı. Hepsi o kazada gittiler. Olaydan sonra Saffet Bey Cihangir’i himayesine aldı. O sırada beş-altı yaşlarında filandı o da.”

“Polisi ne zaman aradınız?”

“Yedi buçukta.”

“Anladım. Siz Saffet Akkuş’un uşağısınız değil mi?”

“Evet efendim.”

“Ne kadar zamandır burada çalışıyorsunuz?”

“Kendimi bildim bileli.

“Yaa?”

“Biz, rahmetliyle ikimiz süt kardeşiydik. Annem süt annesiydi onun. Babam da babasının arabacısıydı. Ben burada doğdum. Ondan birkaç yaş büyüktüm. İri yarıydım. O ise pek çelimsiz bir şeydi. Onu hep korur, kollardım. Bu yüzden babası beni rahmetlinin yanına verdi. Oğlum sana emanet dedi. Ben de ona ve oğluna senelerce sadakatle hizmet ettim.”

“Siz hiç evlenmediniz mi?”

“Karım geçen sene öldü. Köşkün ahçısıydı. O öldüğünden beri, yakındaki köyden bir kadın geliyor. Günübirlik. Yemekleri karımınki kadar güzel değil ama temizlik de yapıyor.”

“Saffet Akkuş’u canlı olarak en son ne zaman gördünüz?”

“Dün gece. Saat 11’de.”

“Neden gece 11?”

“Her gece 11’de yatarım. Dün gece de aynı saatte odama çekildim.”

“Saffet Bey ne yaptı. Oturuyor muydu?”

“Akşam yemekte eski bir ahbabı gelmişti. Çalışma odasında onunla sohbet ediyordu.”

“Kimdi bu eski ahbap?”

“Emekli Hakim Refik Altuğ.”

“O zaman , büyük ihtimalle sizin süt kardeşi en son canlı gören o olsa gerek.”

“Ben de öyle düşünüyorum efendim.”

“Saffet Bey’in hali tavrı nasıldı?”

“Biraz gergindi.”

“Neden?”

“Nişanlanmıştı o. Hem de çok genç bir hanımla. Sırrı Salih’in kızı. Şu ünlü bankerin. Yakınlarının tepkisinden çekiniyordu. Bu yüzden nişanı herkesten gizlemişti. Saffet’in karısı yıllar önce öldü. O da yıllarca evlenmedi. Artık bu durumu hepimiz kanıksamıştık. Bir daha evleneceği aklımızın köşesinden bile geçmiyordu. Bütün akrabalarına o bakar. Kızkardeşleri ve enişteleri onun sayesinde beyler, paşalar gibi yaşıyorlar. Bütün yeğenlerini o okutuyor. Hepsi günün birinde dayılarının mirasının kendilerine kalacağından eminler. Nişan haberi, hepsini bu yüzden çok rahatsız etti. Dün Tülin Hanım buradaydı. Saffet’in ablası. Kardeşini nişandan vaz geçirmek için çok uğraştı. Açıkça söylemedi ama, asıl derdi, malı mülkü kaptırma kaygısıydı. Önceki gün de kocasıyla birlikte gelmişti. Epey tartıştılar. Enişte Hüseyin Bey çok sinirliydi. ‘Bu evlilik olmaz, olmayacak,’ diye bağırdı, sonra kapıyı çarparak çıktı gitti.”

“Bu evlilik konusunda sizin tavrınız neydi?”

“Daha bu yaz Göcek’te gördü kızı ilk kez. Ben de yanındaydım. Kız çok güzeldi ama çok da gençti. Çocuk denecek yaştaydı. O sırada farketmedim meğer kıza fena halde tutulmuş. Dönüşte bana herşeyi anlattı. Koskoca adam, aşık olmuş. Ne diyebilirsiniz ki? Tabii kızın babası Banker Sırrı, önce mırın kırın etti. Kızını kendisinden daha yaşlı birine vermeye gönlü razı olmadı herhalde. Ama adamın ciddi para sorunları varmış. Borçları dağ gibiymiş. Bunların çoğu da Saffet’e tabii. Banker, borçlarını sıfırlaması karşılığında verdi kızını. Hoş değildi tabii, hem de hiç hoş değildi. Bunu Saffet’e de söyledim. Yanlış bir iş yaptığını, başına dert alacağını söyledim. Beni dinlemedi. Sonunda nişanı da ilan etti. Hatta duyduğuma göre, birkaç hafta içinde de evlenecekti.”

“Düne dönelim gene. Ablası gittikten sonra Saffet Bey ne yaptı?”

“Üzgün ve asabı bozuktu. Kendi kendine söylenip duruyordu. Grip olduğu için iki gündür evdeydi zaten. İlaçlarını alıp yattı. Bütün bir öğleden sonrayı istirahat ederek geçirdi. Akşam yemeğine eski arkadaşı emekli yargıç geldi. Az önce de belirtmiştim Ben saat on birde odama çekildiğimde onlar hala çalışma odasında konuşuyorlardı.”

Mitat arkasına yaslandı. “Salonda hançerlerin sergilendiği bir vitrin var,” dedi. “Herhalde hepsi çok değerli olmalı.”

“Haklısınız, Saffet Bey antika eşyalara, özellikle hançerlere çok düşkündü, Gittiği her ülkeden bu tip şeyleri alır getirirdi. Kolleksiyonundaki en değerli parçalardır onlar.”

“Değerli ama, Saffet Bey koleksiyonunu korumak için dolabı bir anahtarla kilitlemek gibi en basit bir koruma tedbirine bile başvurmamış. Bu biraz garip değil mi?”

“Saffet Bey onları dolaptan çıkarıp arkadaşlarına yakından göstermeye, onlarla ilgili efsaneleri anlatmaya bayılırdı. Her zaman kolayca açıp kapayabilmek için vitrin camını kilitli tutmazdı.”

“Ah, anlıyorum.Dolapta kaç hançer sergileniyor?”

“On iki. Dediğim gibi, hepsi de kolleksionun en iyi parçaları.”

Mitat, düşünceli bir tavırla arkasına yaslandı. Emektar uşağa soracak başka sorusu yoktu. Şimdi sıra Cihangir adlı gençteydi. Ama önce Ayhan’ı çalışma odasına gönderip vitrindeki hançerleri saymasını istedi.

“On bir hançer var, amirim. Daha önce saymıştım.”

Başkomiser sesini çıkarmadı. Bir an önce şu genç adamı sorguya çekmek istiyordu.

Cihangir’in olgulara ilişkin cevapları uşağınkilerle birebir örtüşüyordu. Onu bu sabah Recep abisi uyandırmıştı. Aşağıya inince eniştesini görmüş, öldüğünü anlayınca polise telefon etmişti. Kendisi doktordu. İlk müdahaleyi yapmak istemiş ancak yapılacak birşey olmadığını anlayınca vaz geçmişti. Numune Hastanesi’nde çalışıyordu. Nöbeti yüzünden eve dün gece geç gelmişti. Kapıyı açtığında saat yarımdı. Eniştesi çalışma odasında bir konuğuyla konuşuyordu. Onlara hiç görünmeden mutfakta birşeyler atıştırıp odasına gitmiş, hemen de uyumuştu. Nişan olayından ve akrabaların tepkisinden haberi vardı. Bu yüzden eniştesinin canı çok sıkkındı. Kardeşlerine inat evlilik tarihini daha yakın bir zamana almaya karar verdiğini açıklamıştı geçen gün. Eniştesini çok sevdiği için bu olayda onun tarafındaydı ama gene de bunun uygunsuz bir evlilik olacağını düşünüyordu.

Bir saat sonra Başkomiser Mitat ve yardımcısı Ayhan, Yoğurtçu Parkı’ndaki Süreyya Apartmanı’nındaki 8 numaralı dairenin önündelerdi. Kapıyı açan Refik Altuğ onların hemen içeri aldı.

Mitat, kimliğini gösterip “Çok kalmayacağız, bir iki soru sorup gideceğiz, efendim,” dedi.

“Tabii tabii, istediğinizi sorun çocuklar. Ben de acı haberi bu sabah duydum. Saffet’i evinde öldürmüşler. İnanılacak gii değil. Daha dün gece onunla bereaberdim.Kimin işi bu sizce? Evdekilerden birinin mi? Oldum olası o Recep’i gözüm tutmaz. Kabadayının biridir zaten. Gençliğinde bir sürü olayları olmuş. Saffet anlatırdı. Birkaç kez de ben önayak oldum salıverilmesine. Saffet istediği için yaptım tabii.”

“Dün gece birlikte yemek yemişsiniz.”

“Evet uzun zamandır görüşmemiştik. Beni köşke yemeğe çağırdı. Sesi oldukça kaygılıydı. Endişelendim. Bir sorun mu var diye sordum. Bir sorun olmadığını, sadece benimle bir konuyu enine boyuna görüşmek istediğini söyledi. Ben de fazla ısrarcı olmadım. Nasıl olsa yemekte konuşuruz diye düşündüm.”

“Ve yemekte konu açıldı. Ne konuştunuz?”

“Hiçbir şey. Yemek boyunca havadan sudan şeyler konuştuk. Bana yapacağı bazı yatırımlardan söz etti. Mısır’dan satın aldığı bir enfiye kutusunun hikayesini anlattı. Yemekten sonra çalışma odasına geçtik. Orada baklayı ağzından çıkarttı. Nişanlandığını, yakında evleneceğini söyledi. Çok memnun oldum tabii. Ne var ki, müstakbel eşinin pek genç olduğunu öğrenince keyfim kaçmadı değil. Doğrusu, böyle bir evliliği ona pek yakıştıramadım. Ama kendi bileceği bir işti bu. Kanunlar da buna engel değildi. Kardeşlerinin tepkisi Saffet’i çok kızdırmıştı. ‘Hepsi mirasımın peşinde’ diyor başka bir şey demiyordu. Haksız sayılmazdı. Yıllardır akrabaları onun yardımlarıyla geçiniyorlardı. İyi insanlardı ama asalak gibi yaşıyorlardı. Evlilik bu yardımları sona erdirebilirdi. Hele bir de Saffet’in bir çocuğu olursa, mirastan zırnık dahi alamazlardı. Onlara da hak vermek lazım. Saffet, kardeşlerine olan kızgınlığı yüzünden, evlilikten vaz geçmek şöyle dursun, nikah tarihini çok daha yakına almayı planlıyordu. Bütün bunları bana anlattıktan sonra, çalışma odasındaki kasadan büyücek bir zarf çıkardı. Öğrendiğine göre kızın bir sevgilisi varmış. Ama kim olduğunu bilmiyormuş. Kız da babası da böyle birinin varlığını reddetmişler. Ne var ki son iki haftadan beri Saffet’e kızın sevgilisinden bazı mektuplar gelmeye başlamış. Adam adını yazmıyormuş ama, kim olduğunu da saklamıyormuş. Daktiloyla yazılan bu mektuplarda genellikle aynı tehditi savuruyor ve sevgilisiyle evlenmekten vaz geçmezse onu öldüreceğini söylüyormuş. Sarı zarfın içindeki imzasız mektuplara ben de göz attım. Toplam altı taneydi ve ‘Nişanı derhal bozacaksın yaşlı bunak. Aksi halde seni kendi ellerimle geberteceğim’, ‘Eğer sevgilimle evlenirsen seni öldürürüm.’, ‘İnatçı ihtiyar, ölüm fermanını sen kendin imzaladın.’ türü cümlelerden meydana gelmişlerdi.”

“Mektupları okuyunca ne yaptınız?”

“Hemen savcıya gitmesini söyledim. Hatta hemen yarın birlikte gidelim dedim. O ise bu mektupları yazan her kimse, ondan korkmadığını söyledi. Kendi işini kendisi halledermiş. Hem yazanı nasıl bulacaklarmış, el yazısı değilmiş ki bu. İnatçılığı tuttu mu üstüne yoktur. Ona bu mektupların hangi daktiloda yazıldığını kolayca bulabileceklerini söyledim. Daktilo harflerinin tıpkı parmak izine benzediğini anlattım. Biraz aklı yatar gibi oldu. Yarın, avukatını arayıp konuşacağını söyledi.”

“Siz de okuduktan sonra Saffet Akkuş o imzasız mektupları ne yaptı?”

“Masasının üzerinde bıraktı. Kasaya geri koyup koymadığını soruyorsanız söyleyeyim: Ben odadan çıkarken mektuplar hala çalışma masasının üzerindeydi.”

“Saat kaçta ayrıldınız köşkten?”

“11.30’da. Kadıköy’e son tren, 11.45’deydi. Ona yetiştim.”

“Evin içinde ya da dışarı çıkınca dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Birini gördünüz mü mesela dışarda. Ya da bir ses, gürültü filan duydunuz mu?”

“Hayır, hayır, kimseyi görmedim. Hava zaten çok soğuktu. Tren istasyonu iki dakika uzakta ama hava buz gibi olunca insanın gözü hiçbir şey görmüyor. Sadece evde, çalışma odasında otururken bir gürültü duyduğumu hatırlıyorum. Kapı çarpmasına benzer bir şeydi. Hatta ben ‘Cihangir geldi galiba,’ diye geçirdim içimden ama yanılmışım.”

“Ne zaman duydunuz bu gürültüyü?”

“Recep Efendi bize iyi geceler deyip odasına gittikten az sonra. Herhalde kapıyı çarpan da oydu.”

Dışarı çıkınca Ayhan sordu. “Emekli Ceza Reisi’nden kuşkulanmıyorsunuz, değil mi amirim?”

Başkomiser Mitat güldü. “Niye kuşkulanmayayım? Saffet Akkuş’u en son canlı gören o. Ne biliyoruz söylediklerinin doğru olduğunu? Şu imzasız mektuplar mesela. Saffet Akkuş kimseye söz etmemiş onlardan. Bu biraz tuhaf değil mi?”

“Ama, amirim. Adam emekli yargıç.”

“Yargıç margıç. Yargıçlar cinayet işleyemez diye bir kural mı var?”

“Yok ama.”

“Bak, Cihangir, saat yarımda hastanedeki görevinden köşke geri döndüğünde, çalışma odasında eniştesiyle birinin konuştuğunu duymuş., Bu kişi Emekli Ceza Reisi değilse kimdi?”

Banker Sırrı Salih’in yazıhanesi 4. Vakıf Han’daydı. Olaydan yeni haberi olmuştu ama yüzünde en ufak bir üzüntü emaresi yoktu. Sakin ve metanetli görünüyordu. Başkomiser’in sorularına verdiği cevaplar kısa ve netti. Ancak, kızının başka biriyle ilişkisi olup olmadığı sorulduğunda sinirlendi. Bu iddiayı reddetti. Onun kızı bir ar ve namus timsaliydi. Kendisini ve ailesini küçük düşürecek bir şeyi asla yapmazdı.

Başkomiser ve yardımcısı Ayhan, Saffet Akkuş’un nişanlısı Feryal’i Bebek’teki evinde buldular. Kızın doğru dürüst hiçbir şeyden haberi yoktu. Evleneceği adamı iki kere görmüş, onunla tek kelime bile konuşmamıştı. Babasının ısrarı ile bu evliliğe razı olmuştu. Bir erkek arkadaşı olduğu iddiasını ise kesin bir dille yalanlıyordu.

Mitat, evden çıkınca, yardımcısından kız hakkında araştırma yapmasını istedi.

“Çevredekilerle, arkadaşlarıyla konuş. Bakalım onun hakkında ne anlatacaklar. Sonra köşke gel. Ben orada olacağım.”

Sabahtan beri ilk kez gerçeğe bu kadar çok yaklaştığını hissediyordu.

Saffet Akkuş’un bütün akrabaları köşkte toplanmışlardı. İki kız kardeş, iki enişte ve beş yeğen kederli ve somurtkan tavırlarla birer köşede oturuyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Çocuklar bile içinde bulundukları durumun ciddiyetini kavramış bir sessizlik içindeydiler. Köşke geri dönen Başkomiser Mitat onlarla teker teker konuştu. Özellikle cinayet saatinde nerede olduklarını öğrenmeye çalıştı. Aldığı sonuç ilginçti. Dün gece iki kız kardeş, kocaları ve çocuklarıyla birlikte Tülinlerde toplanmışlar, geceyi de orada geçirmişlerdi. Yani hepsi birbirinin tanığıydı.

Mitat çalışma odasına girdi, koltuklardan birine oturdu ve düşünmeye başladı. Saffet Akkuş’un ölümünden en karlı çıkacak olanların kızkardeşleri olması, onları ve kocalarını en ciddi zanlılar durumuna sokuyordu. Diğer yandan, olgular dikkata alındığında akrabaların bu cinayeti işlemeleri neredeyse imkansızdı. Eğer yalan söylemiyorlarsa, hepsinin bir tanığı vardı.

Başkomiser, ceset götürüldükten sonra temizlenen ve biraz da düzene sokulan çalışma odasına girdi. Bir koltuğa oturup düşünmeye başladı. Basit bir cinayetti bu. Basit bir cinayet için çok sayıda katil adayı olması garipti. Saffet Bey’in ölümü en çok kimin işine yaramıştı? Tabii ki akrabaların. Uzun meslek hayatı boyunca anasını babasını, evladını öldüren çok sayıda katil tanımıştı. Bu yüzden, Saffet Bey’i hançerleyenin ablası Tülin Hanım ya da eniştesi çıkması onu asla şaşırtmazdı. Ne var ki, dün gece boyunca yakın akrabalar köşkün çok uzağındaydılar. Saat 11’den sonra gizlice köşke girmeleri de imkansızdı çünkü alarm sistemi çalışır vaziyetteydi.

Bu cinayetin gerçekte üç zanlısı var diye düşündü Başkomiser. Cihangir, Recep ve Emekli Yargıç Refik Altuğ. Cihangir ve Recep cinayet saatinde evdelerdi ve zaten bunu hiç gizlemediler. Yargıç ise 11.30’dan sonra evden ayrıldığını söylemişti. Acaba doğru muydu bu ifade? 12.30’da eve gelen Cihangir, eniştesinin çalışma odasında biriyle konuştuğunu duymuştu. Çalışma odasındaki konuk, Emekli Yargıç olamaz mıydı? Pekala mümkündü bu. Tabii, Cihangir yalan söylüyor da olabilirdi.

Başkomiser, “Ama bunu niçin yapsın?” diye mırıldandı kendi kendisine.

Tam bu sırada kapı açıldı Ayhan içeri girdi.

“Ne var? Bir şey bulabildin mi?”

“Kimsenin bir şey bildiği yok. En yakın kız arkadaşıyla konuştum. Feryal’in bir erkek arkadaşı olsa ben bilmez miyim diyor.”

“Ne yani? O imzasız mektuplar neyin nesi peki? Yalan mı bütün o mektuplar.”

“Amirim, gizli bir sevgili yoksa, mektuplar da yok demektir.”

“O zaman katil niye yok etti o mektupları?”

Kısa bir sesizlikoldu. Başkomiser, “Vay canına,” diyerek elini dizine vurdu. “Bize mektuplardan söz eden kim? Emekli Yargıç. Gizli sevgiliyi bilen de sadece o.”

Ayhan, “Galiba ‘katil de o’ diyeceksiniz amirim.”

“Bu fazlasıyla imkan dahilinde.”

“Ama amirim, koskoca emekli yargıç, kırk yıllık arkadaşını neden öldürsün ki?”

“İşte bunda haklısın. Ama eğer yargıç yalan söylemiyorsa, söylediği her şey doğruysa, onun 11’i biraz geçe duyduğu sesle ilgili ifadesini dikkate almamız gerekir.”

“Belki de yalan söyleyen Cihangir. Belirttiğinden daha erken bir saatte gelmiş olabilir köşke. Şimdi aklıma geldi, Cihangir 11’den sonra geldiğine göre alarm neden çalışmadı?”

“Herhalde dışardan bir şifreyle alarmı durdurmak mümkün. İçeri girince yeniden kurmuştur. Uşağı çağırıp bunu bir soralım.”

Mitat, çalışma masasının altındaki zile bastı.

Uşak, yirmi saniye sonra kapıda göründü.

“Bir şey mi istediniz efendim?”

“Bir sorum var. Alarmla ilgili”

Başkomiser sorusunu sordu. Cevap tam düşündüğü gibiydi. Dışkapıdaki şifreli anahtarla alarm kesilebiliyordu.

Uşak çıkınca Başkomiser, “Tuhaf şey” diye mırıldandı.

“Ne oldu amirim?”

Başkomiser eliyle çalışma masasının altını gösterdi.

“Saffet Bey dün gece bu zili kulanmamış. Oysa saldırı sırasında, ya da işlerin kötüye gittiğini farkedince pekala uzanıp düğmeye basabilir, Recep Efendi’yi yardıma çağırabilirdi.”

“ Herşey bir anda olduysa. Katil aniden hançeri eline alıp saldırdıysa. Kurban gafil avlanmış olabilir.”

“Doğru ama insan gene de bir dener. Bu vakanın bana en acaip görünen taraflarından biri de bu. Bir de şunu anlayamıyorum. İnsan kendisinden çok küçük neredeyse torunu yaşında bir kıza nasıl aşık olabilir?”

“Kız liseyi daha yeni bitirmiş amirim. Geçen yaz reşit bile değilmiş.”

“Şu hale bak yahu. Aşk maşk değil bu. Olsa olsa sapıklık denir buna.”

“Öyle demeyin amirim. Aşkın yaşı olmaz. Bazı erkekler 70 yaşına bile girseler, genç kızlara bağlanmadan duramazlar.”

“Ama aşkın karşılıklı olması lazım.”

“Belki bu da karşılıklı bir aşk amirim. Nerden biliyoruz karşıklı olmadığını?”

Başkomiser Mitat cevap vermek yerine susmayı tercih etti. Gözlerinin önünde bir görüntü canlanmış ama hemen kaybolmuştu. Ayağa kalktı, Ayhan’a doğru yaklaştı.

“Az önce ne dedin sen?”

“Ben mi? ‘Karşılıklı aşk olmadığını nerden biliyoruz?’ dedim. Ne var bunda? Aklınıza bir şey geldi galiba. Birden telaşlandınız.”

Başkomiser, arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. “Bana bir kaç dakika izin ver,” dedi. “Biraz düşünmeliyim.”

Ayhan sesini çıkarmadı. Sessizce oturup bekledi.

Az sonra Mitat ayağa kalktı. Yüzünde kaygılı bir ifade belirmişti. “Sayende galiba katili buldum,” dedi.

Ayhan, Başkomiser’in aklından neler geçtiğinden habersiz gülümsedi. “Şey peki kim katil?”

Mitat, bir açıklama yapmadı. Onun yerine, “Gel benimle,” dedi.

Şef ve yardımcısı çalışma odasından çıktılar. Salonu hızlı adımlarla geçtiler. Kararlı ve ciddi bir sertlikle yürüyorlardı. Bu da salondaki akrabaları şaşırttı. Hatta biraz da ürktüler.

Mutfağı geçtikten sonra üst kata çıkan polisler, en uçtaki odanın kapısını tıklattılar ve cevap beklemeden içeri girdiler. Sade bir biçimde döşenmiş, düzenli, temiz bir yatak odasıydı burası. Pencerenin önündeki koltukta biri oturuyordu. Işık arkasından geldiği yüzü karanlıkta kalmıştı.

Koltuktaki adam, “Geç kaldınız,” dedi. “Sizi çok daha önce bekliyordum.”

“Herşeyin bir sırası var, gene de çok geç kalmış sayılmayız,” diye mırıldandı Başkomiser.

“Ne yapacaksınız şimdi?”

“Sizi tutuklayacağım.”

Yarım saat sonra Polis Merkezi’ndeki odasında çayına bir kesme şeker atıp yavaş yavaş karıştıran Başkomiser Mitat masasının üzerinde duran itirafnameye keyifle baktı. Az önce savcıyla konuşmuş, daha sonra da müdürün tebriklerini kabul etmişti. Şimdi de sıra genç meslektaşını mutlu etmeye gelmişti.

Ayhan, itirafnameyi göstererek, “Bu sonuca nasıl ulaştınız amirim?” dedi. “İnanın çok merak ediyorum.”

Başkomiser çayından bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslandı. “Anlatayım da beni dikkatle dinle,” dedi. “Her olayda fırsat ve sebep çok önemlidir. Burada fırsat açısından bakıldığında 3 katil adayımız vardı: Recep, Cihangir ve Refik. Ancak bu kişilerin cinayet işlemeleri için herhangi bir sebep yoktu. Yani, Saffet’in ölümünden bir çıkar temin etmiyorlardı. Aksine Recep ve Cihangir’in çıkarlarının zedelenmesi bile mevzu bahisti. Buna karşılık akrabalarının Saffet’in ölümünden kazançları büyüktü. Yani cinayet işlemeleri için kuvvetli bir sebepleri vardı. Ama cinayet işlemek için bir fırsatları yoktu. Cinayet, gece yarısından sonra işlenmişti. Bu saatte eve girebilmek için alarmı çözmek gerekiyordu ki, akrabalar bu bilgiden yoksunlardı. Hal böyle olunca, onları listeden silmekten başka çare yoktu. Böylece geriye 3 katil adayımız kalmış oluyordu. Recep, Cihangir ve Refik. Eğer bu 3 kişiden biri katilse, bu üç kişiden birinin Saffet’i öldürmesi için güçlü bir nedeni olmalıydı.

“Refik, dün gece yemekten sonra, çalışma odasında, Saffet’in ona nişanlısının eski sevgilisinden aldığını iddia ettiği bazı tehdit mektuplarını göstermişti. Eğer bu doğruysa, cinayetin eski sevgili tarafından işlenmiş olması ihtimali gayet yüksekti. Üstelik evde, bu eski sevgili tanımına uyan biri de vardı: Cihangir. Cihangir 11.30’da eve geldiğini, eniştesinin o sırada çalışma odasında biriyle tartıştığını söylüyordu ama bu bir yanıltmaca olabilirdi. Belki, eve geldikten sonra, hala yatmamış olan eniştesiyle tartışan oydu. Belki eve çok daha erken gelmiş, eniştesiyle Refik’in konuşmalarını dinlemiş, salondaki dolaptan hançeri almış ve daha sonra yani Refik gittikten sonra eniştesini öldürüp kendisinin yolladığı imzasız mektupları imha etmişti. Hatırlarsan, Refik 11’i biraz geçe bir gürültü duyduğunu söylüyordu. Belki de o gürültü, Cihangir’in hançeri alırken camlı dolabın çıkardığı sesti.

“Bütün şüphelerim Cihangir üzerinde toplanmıştı ama, imzasız mektupların varlığının kanıtlanamamış olması ve eski sevgiliden Refik hariç kimsenin haberinin olmaması beni rahatsız ediyordu. Eski sevgili diye biri yoksa, o zaman bütün bu masalları Refik uydurmuş oluyordu. Tabii o zaman, Cihangir’in duyduğu 12.30’dan sonra çalışma odasından gelen konuşmalar önem kazanıyordu. Bundan da 11.30’da evden ayrıldığını iddia eden Refik’in saat 12.45 civarı hala evde ve Saffet’le birlikte olduğunu gösteriyordu.

Diyelim ki katil Refik, diye düşündüm. Peki ama bunun sebebi ne olabilirdi? Kesinlikle para olmadığını biliyordum. Peki o zaman neydi? Aşk mıydı? Kıskançlık mıydı? Ben bunları düşünürken birden imdadıma sen yetiştin. Söylediğin çok doğruydu. Aşkın yaşı olmazdı. İnsan on beşinde de yetmiş beşinde de aşık olabilirdi. Üstelik insan aşık olduğu vakit, gözü başka hiçbir şeyi görmezdi.Katili yakalamış mıydım sonunda? Galiba. Ama içim neden hala rahat değildi? Çünkü, şu sorunun cevabını hala bulamamıştım: Saffet neden saldırı anında ya da konuşmanın tehlikeli bir hal aldığını hissettiği anda, can havliyle bile olsa çalışma masasındaki zile basıp, kendisini her zaman koruyan, kollayan can dostuna haber vermemişti? Neden? Evet neden vermemişti? Çünkü, onu hançerleyen can dostundan başkası değildi. Aşkın yaşı yoktur deyince aklıma gelen Refik olmuştu. Ama, doğrusu, Recep efendi olmalıydı. Üç katil adayımız içinde Feryal’i gören bir kişi vardı. O da Recep Efendi’diydi. Hatırlarsan, geçen yaz karşılaşmışlardı onunla. Görür görmez de aşık olmuşlardı. Büyük bir tutkuyla genç kıza bağlanan Recep Efendi, Saffet’in Feryal’le evlenmesini engellemek için ona tehdit mektupları gönderdi. Ancak, patronunu bir türlü bu sevdadan vaz geçiremedi. Kıskançlıktan aklını oynatacak hale gelmişti. Emekli yargıcın geldiği gece, söylediği gibi, saat 11’de yatmaya gitmedi. Onun yerine çalışma odasındaki konuşmaları dinledi. Ve orada kendisi için ölümcül bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu anladı. Yargıç daktilo yazılarının da parmak izi gibi olduğunu, yapılacak bir araştırmayla bu mektupların hangi daktilodan yazıldığını kolayca bulabileceklerini anlatıyordu. Recep Efendi, tehdit mektuplarını salondaki antika daktiloda yazmıştı. Yani, yakayı ele vermemesi imkansızdı. O zaman, Saffet iyice rahatlayacak, evlenmesinin önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Konuğu gittikten sonra onunla konuşmaya karar verdi. Ama ne olur ne olmaz diyerek camlı dolaptaki antika hançerlerden birini alarak cebine koydu. İşte, emekli yargıcın 11’i biraz geçe duyduğunu söylediği ses, dolabın kapanırken çıkardığı gürültüydü.

Emekli yargıç gittikten sonra, çalışma odasında, biri patron diğeri hizmetkar olan iki süt kardeş tartışmaya başladılar. Ancak Recep Efendi ne derse desin, Saffet Bey ikna olmuyordu. Cihangir eve geldiğinde onlar hala tartışmalarını sürdürüyorlardı. Sonuçta, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini ve evliliği engelleyemeyeceğini anlayan Recep Efendi, büyük bir öfke ve bence yılların birikimi bir kıskançlıkla Saffet Bey’i hançerledi. Mektupları alıp odadan çıktı. Sabaha kadar uyuyamadı. Elini kana buladığı için vicdan azabıyla kıvranıp durdu. Bu yüzden, yanına gittiğimizde kendiliğinden suçunu itiraf etti. Yoksa işimiz kolay değildi. Elimizde tek bir kanıt yoktu.”

Ayhan Turna, “Biliyor musunuz amirim, Van Dinen adında bir Amerikalı, “Polisiye öykülerde katil asla uşak olamaz,” diye bir kural koymuş yıllar önce. Adamı mezarında ters çevirdiniz valla.”

Başkomiser Mitat güldü. “Hadi oradan. O senin dediğin öykülerde olur ancak!”

Yazar:

Gencoy Sümer
Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum