Geçtiğimiz günlerde, sevgili arkadaşım Ayça Mumkule’nin, yaşama aynadan bakmak üzerine kaleme aldığı yazıyı keyifle okudum. Okuduğum kitaplarda karşılaştığım karakterlerin yanısıra aslında gerçek hayatta, iş arkadaşlarım arasında kısaca çevremde de hayata aynadan bakan tanıdıklarım olduğunu düşündüğüm için bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Yazıyı paylaşmama izin veren sevgili Ayça Mumlule’ye teşekkür ederim.
Yazardan okuyucuya not: Bu makaleyi okurken, Loreena McKennitt’in “Lady of Shalott” yorumuyla size eşlik etmesini tavsiye ederim.
Camelot… var olup olmadığını kimse bilmiyor.. Tıpkı Tolkien’in orta dünyası ya da Carroll’un harikalar diyarı gibi hayal ürünü olduğuna inanmak istemediğimiz kadar canlı ve sihirli ülke… Büyücü Merlin, Excalibur’u ile Kral Arthur ve elbette yuvarlak masa şövalyeleri’nin en karizmatiği olan Sir Lancelot.. Hepsini o kadar çok hayal ettim ki; Amerikan filmlerindeki gibi bir boyut kapısı açılsa da çayırda atıyla bana bakan 100 şövalye ile karşılaşsam, aralarından Lancelot’u şıp diye ayırt ederim de şaşıp kalır..
Ama tüm bunların dışında bir karakter var ki; onu çok az kişi tanıyor. O Camelot’un Lancelot’u, Harikalar Diyarı’nın Alice’i ya da Orta Dünyanın Aragorn’u gibi bir star değil. Onun adı, Camelot efsanesinden çok çok sonra telaffuz edilmiş. Viktorya dönemi İngiliz şairi Alfred Lord Tennyson, bu efsanenin belki de en naif ve en kırılgan kadınına bir şiir armağan ederek onu görünür kılmış: Lady of Shalott..
Lady of Shalott ile tanıştığımda, uzun kızıl bukleleri ile, küçük bir kayığa oturmuş bana bakıyordu. Perdeye iyice yaklaşıp “Bu da kim?” diye sordum. Çok değerli drama lideri Patrice Baldwin yanıtladı: “O Shalott’un lady’si.. ve biz bugün ona dair her şey olacağız”… Gelin sizi de tanıştırayım:
Lady of Shalott, Camelot’a doğru akan bir nehrin ortasındaki küçük bir adaya inşa edilmiş bir kulede yaşar. Hayatı boyunca bu kuleden hiç çıkmamıştır. Civar köyde yaşayan köylüler, onun lanetli olduğuna inanmaktadır. İşin acı tarafı bu inanca Lady of Shalott’un kendisi de sahiptir. Ona göre, o lanetlidir ve kuleden asla çıkmamalıdır. Bu lanet gerçek midir? Yoksa Lady of Shalott günümüzün agorafobi hastası mıdır bilinmez. Tek bildiğimiz, onun gerçek dünya ile doğrudan karşılaşması halinde öleceğine inanmasıdır. Pencereleri daima açıktır ama o asla dışarı bakmaz. Ancak dışarıdaki hayat onu çok enterese etmektedir. Bu sebeple pencerenin karşısına yerleştirdiği kocaman bir aynadan civarda olup biteni seyreder, seyrederken gördüklerini de, küçük resimler halinde, dokuduğu kilime nakleder. Düğün ve cenaze konvoylarını, Camelot’un kahraman şövalyelerinin geçişlerini, köylülerin ekin biçerken söylediği şarkıları, aşıkları, kavgaları hep bu aynadan izler ve durmadan kilimine nakleder. Naklettiği, hayatın gölgeleridir ve bu durum onu günden güne daha da mutsuz etmektedir.
Yine kilim tezgahının başına geçtiği bir gün, aynada bir parıltı fark eder. Bu Lancelot’un zırhının parıltısıdır. Gözlerini bu güzel adamdan alamaz. Ne zamandır gölgelerin onu hasta ettiğini haykıran lady, ancak gerçek bir aşkın bu gölgeleri silebileceğini düşünür. Refleks olarak pencereye koşar ve kalbinin çarpmasına sebep olan adamı yakından görmek ister. O pencereden baktığı anda, ayna adeta patlayarak kırılır, parçalara ayrılır. Aynanın kırılmasıyla lanetin hayata geçtiğini düşünür. Ağlayarak aşağıya iner, bir kayık bulur. Üzerine adını yazar. Kayığa binerek kendini nehirin akışına, Camelot’a doğru bırakır. Yağmur yağmaktadır, hava çok soğuktur. Bir süre yol aldıktan sonra, kayığa uzanarak bir daha uyanmamak üzere uykuya dalar. Ertesi sabah, Camelot halkı Lady of Shalott yazılı kayığı sessizce ve uzaktan izler. Öyle ya; bu bir lanettir.. Sadece Lancelot yaklaşır kayığa. Onun uğruna ölümü göze almış bu kadının aşkından habersiz fısıldar:
“Ne kadar hoş bir yüzü var… Tanrı’nın merhameti onunla olsun..”
Gelelim bize.. biz hayata nereden bakıyoruz? Biz hedefimizi biliyoruz da, hedefimizin bizden haberi var mı? Dünyayı olduğu gibi değil, algıladığımız gibi yorumladığımız gerçeği bir yana, bu yorumlarımız gerçekten bize mi ait? Yoksa o yorumları bize öğretip, bizim olduğuna inanmamızı mı sağladılar? İsteklerimiz, ihtiyaçlarımız gerçekten bize mi ait? Bu istekler sanal mı? Yoksa gerçek mi? Hatta biz kimiz Allah aşkına ! Neden olabileceğimiz her şey olabilme hakkına sahip olarak yaratılmışken, garip garip rol modeller ediniyoruz? Kabul edelim; bize hediye edilen aklımızı lanete çevirmek konusunda çok başarılı bir türüz. Çünkü düşünmüyor, bilmiyor, sadece inanıyoruz. Hem de bu inancın kaynağına ilişkin hiçbir fikrimiz yokken yapıyoruz bunu..
Uzun lafın kısası; merak ediyorum: aynalarımız sağlam mı?
Ayça MUMKULE
ΔNΔHTΔR Eğitim ve Yönetim Danışmanlığı
Kurucu Ortak / Öğrenme Partneri
Yazar:
- Turgut Şişman, PolisiyeDurumlar.com ve Dedektifdergi.com sitelerinin kurucuları arasında yer aldı ve halen polisiyeseverlerin ilgi ile takip ettiği bu iki projede aktif olarak görev almaktadır. Çeşitli kitaplarda ve online platformlarda hikaye ve makaleleri yayınlanan Turgut Şişman, Polisiye Yazarlar Birliği üyesidir ve 2005 yılından bu yana İngiltere'de yaşamaktadır.
En Son Yazıları
- Polisiye edebiyat25 Mayıs 2024Arthur Conan Doyle Kimdir: Hayatı, Eserleri ve Sherlock Holmes
- Makale16 Mayıs 2024En tehlikeli burç hangi burçtur? Peki ya en zeki burç hangisidir? 2024
- Makale13 Mayıs 2024Psikopat Ne Demek? Özellikleri, Meslekleri ve En Psikopat Film Karakterleri
- Haber9 Haziran 2023ZEHİRLİ KALEM POLİSİYE ÖYKÜ YARIŞMASI BAŞLIYOR