Tatilde Polisiye Kitap Okumak
Tatilde okumak için yanıma aldığım kitaplardan biri de Cüneyt Ülsever’in Ayna Paramparça isimli romanıydı. Kitabın tanıtımında polisiye bir roman olduğunu belirten bir sürü açıklama vardı. Birinci kapak arkasında şunlar yazıyordu:
Azrail Cinayetleri devam ediyor… İstanbul polisi, çok zeki ve çok kurnaz, muhteşem oyun kurucu bir manyağın peşinde… Cinayetler peşpeşe geliyor… Koskoca İstanbul’u paranoya sarıyor… Şehir aklını kaybetmek üzere… Cüneyt Ülsever yine soluk soluğa okuyacağınız bir romana imza atıyor…
Arka kapakta ise şunlar yazılıydı:
Kimsenin dillendirmediği ama herkesin hissettiği tek duygu vardı: Korku. Kitabın arka kapağının içinde ise yazar hakkında birkaç cümle yazılmıştı: Cüneyt Ülsever, 1951 yılında Ankara’da doğdu. The Johns Hopkins ve Columbia üniversitelerinde yüksek lisans yaptı. Harvard Üniversitesi’nden doktora dercesi aldı. Gazeteci. Azrail Aynası ve Hisarüstü Cinayetleri adlı romanları Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Romanlarında okurlarıyla akıl oyunları oynamayı seviyor. Ne yalan söyleyeyim beni en çok etkileyen bu son cümle olmuştu. Polisiye romanları severim, ama okuyucuyla adeta düello yapanlara bayılırım. Yazarın kurnazlıkları, okuyucuyu şaşırtmak ve yanlış yönlendirmek için türlü numaralara başvurması, ama bütün bunları ilgi çekici bir dramatik yapı oluşturacak şekilde kurgulaması çok hoşuma gider. İç kapakta akıl oyunlarından bahsedilince, “Tamam,” dedim. “Sonunda galiba aradığım kitabı buldum.”
Hem polisiye bir roman, hem de yazarın okuyucuya hazırladığı şeytanca tuzaklar. Bir Agatha Christie romanı kadar olmasa da, en azından ona yakın bir şeyler bulacağımı umarak Ülsever’in romanını da tatilde okunacaklar listeme dahil ettim.
Katil Kim mi?
Fena halde yanılmışım. Herhalde iç kapakta bahsedilen akıl oyunları daha önceki romanlarındaydı bu yazarın. Bırakın akıl oyunlarını, oyun bile yoktu Cüneyt Ülsever’in kitabında. Polisiyeyi çok severim demiştim. Ama türü ne olursa olsun kötü roman hiç çekilmiyor. Ayna Paramparça da kötü bir polisiye roman. Hiç de öyle soluk soluğa okunacak bir eser değil. Aksine çok sıkıcı ve basmakalıp bir açılışın ardından İstanbul’un paniklemesi için kitabın dörtte üçünü okumamız gerekiyor. Hem de hiçbir olay olmadan. Olup bitenleri kahramanların ağzından, adeta bir radyo temsili dinler gibi izliyor ve öğreniyoruz. Yazar bize sanki terih ders notlarını aktarır gibi sıkıcı bir öykü anlatıyor. Öykü sıkıcı, çünkü bir yandan orijinal değil, diğer yandan karakterler ve ilişkiler son derece basma kalıp.
Meselenin nasıl gelişeceği ve sonunda ne olacağı önceden belli. Hatta hiç de karmaşık olmayan cinayetlerin çözümü de. Katilin kim olduğu daha ilk sayfalarda anlaşılıyor. Uzun boylu düşünmeye hiç gerek kalmıyor. İyi bir romanda birkaç cümleyle geçiştirilecek olaylar, burada uzun uzun anlatılıyor. Buna karşılık ayrıntılı bir biçimde uzun uzun anlatılması gerekenler bir iki cümleyle savuşturuluyor. Bu bakımdan gerçekten tuhaf bir roman. Zaten romandan çok yeni kurulan bir polis departmanı hakkında yazılmış bir rapora benziyor.
Romanın sonlarına doğru, yazar bir seri cinayet romanı yazdığını hatırlamış olmalı ki, gereksiz ayrıntılarla ve biraz da işin tadını kaçırarak ballandıra ballandıra, bir cinayet sahnesini anlatma gereğini hissediyor. Burada garip olan, katilin kurbanına kimliği hakkında yanıltıcı bilgiler vermesi. Buna neden ihtiyaç duyuyor. Kurban nasıl olsa ölecek. O halde katil kimi kandırmaya çalışıyor? Tabi ki okuyucuyu. Yazarın, okuyucuyu kandırmak için, katili sayfalar dolusu bülbül gibi az sonra öldüreceği birine karşı konuşturması hiç de akla uygun değil. Ama dedim ya, okuyucuyu kandırmak için buna muhtaç. Oldukça sakil bir durum.
Öte yandan bir çok kişiliğe bölünmüş katilin son bölümde bütün kişiliklerini farkında olarak suçunu itirafı ise yazarın tıbbi bilgisinde bir yetersizlik olduğunu ortaya koyuyor. Bir polisiye kurgu olarak bu zayıf romanı beğenmedim. İnandırıcılıktan yoksun olması da bu değerlendirmemde ayrı bir zemin oluşturdu. Fakat kitapta beni asıl rahatsız eden, hoşuma gitmeyen başka bir unsur daha vardı. O da romandaki adeta her satırda gözümün içine palayla sokulan maço tavır idi.
Maço Polisler
Polislerin dünyası aslında erkeklerin dünyasıdır. Ama bu illa onların ve ilişkilerinin maço olmasını gerektirmez. Romanın üç erkek polis kahramanı ise, maçoluğun kitabını rahatlıkla yazabilirler. Kadını sadece cinsel bir obje olarak gören, her hareketini, her davranışını cinsel bir sorunla ilişkilendiren, kadının işinde yükselmesine, kendisinin üstü olmasına tahammül edemeyen ve bunu her davranışı ve sözüyle belirten bu zihniyetin romanda tek satır bir eleştirisi yok. Aksine, katil de bir maço. Ama dahası var. Baş kadın karakter de, bu maçolar dünyasında, bütün dik duruşuna rağmen, erkeklerin üstünlüğünü kabul eden biri. Kitaptan anladığımız şu: seksi fakat soğuk bir kadını ancak maço bir erkek baştan çıkartabilir.
Genco Sümer
Yazar:
- Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.
En Son Yazıları
Makale20 Mayıs 2024Femme Fatale Nedir? Edebiyat ve Sinemada Kötü Kadın Tiplemesi
Agatha Christie15 Mayıs 2024Agatha Christie Kitaplarını Hangi Sırayla Okumalısınız?
Makale14 Mayıs 2024Sharon Tate Cinayeti: Roman Polanski’nin Eşinin Korkunç Ölümü
Polisiye Kitap Tanıtım6 Ağustos 2020J.W. Stephenson İle Sahte Banknot Dosyası Romanı Üzerine Söyleşi