DARK DEDEKTİF 2

DARK DEDEKTİF

DARK DEDEKTİF / SUÇ ÖYKÜLERİ 1

DARK İSTANBUL

DERLEYEN: GENCOY SÜMER

278 SAYFA

 

 

Müthiş bir iç sıkıntısı yaşıyorum. Nedenini tarif etmem çok zor çünkü ben de bilmiyorum. Buraya nasıl geldim, neredeyim? En ufak bir fikrim yok. Önümde uzanan yola baktım; kalabalık bir cadde. Ama bana bir şey anımsatmadı. Yürüdüm cadde boyunca. Gazete satan bir çocuk bağırıyor; “Yenikapı’da cinayet! Kadın Kasabı yine öldürdü!” Gazete almak istedim, cebimde para yok. Çocuğa doğru yanaştım, en azından alıp okuyayım diye. Çocuk beni görmüyor, kimse beni görmüyor. Öldüm mü ben? İç sıkıntımın nedeni bu demek ki. Yağmur atıştırmaya başlayınca bir evin saçağına sindim. Acaba yağmur da beni görmüyor mu?

Saçağına saklandığım evin kapısı açılıverdi. Siyah bir kedi çıktı evden. Sanırım o beni görüyor çünkü yan bir bakış attı bana sonra rızkının peşinden koştu sokağa. Kediler görünmeyeni görür derler, demek doğruymuş. Açılan kapıdan istifade eve girdim. Normalde yabancı evlere girmek huyum değil ama yaşadıklarımın normal olan bir tarafı da yok zaten.

Evin hanımı olduğunu tahmin ettiğim kadın çok güzel. Ama bu ev ona iyi gelmiyor. O her ne kadar görmese de ben görüyorum evin içinde dolaşan hayaletleri, onlar da beni görüyor. Zaman kavramımı yitirdiğimi zannediyorum. Yağmur yerini kar yağışına bıraktı şimdi. Kedi eve geri döndü, sanırım o da üşümüş. Sığındı güzel kadının sıcağına.

Kadının adının Nebahat olduğunu kendisine yazılmış bir nottan öğrendim. Belli ki geçmişinde korktuğu biri var, tir tir titriyor. O esnada gümbürdüyor kapı. Kedi tırsıyor, kadın da. Kapı menteşelerinden sökülüp açılıyor. Bu evde daha fazla durmak istemiyorum. Kimsenin beni görmemesinden faydalanıp kaçıyorum. Tam çıkarken duyduğum çığlık sesi adımlarımı hızlandırmama sebep oluyor.

Nefes nefese kaldım. Etrafa bakıyorum, neredeyim? Çamlıca yazıyor tabelalarda. Zaman kavramımın garipliğine mekan kavramının garipliği de eklendi belli ki. Yürümeye devam ettikçe kendimi bir köşkün önünde buluyorum. Köşkte bir hareketlilik var. Görünmez olmanın verdiği rahatlıkla giriyorum köşkün içine. Burası Haldun Bey diye bir adamın köşkü. Adamcağız eşini kaybedeli bir sene olmuş. Konuşulanlardan duyduğum kadarıyla bir adamla kız kardeşi Haldun Bey’i kandırıp kızla evlenmeye ikna etmişler. Belli ki adamın bazı zaaflarından faydalanmışlar. Ama adamın iki kızı bu duruma şiddetle karşı çıkmış. Bunları nereden mi duyuyorum? Çünkü Haldun Bey yediği yemekten zehirlenip ölmüş, evin çalışanları şu anda polise ifade veriyorlar. Ben de film izler gibi onları izliyorum.

Evlenmek üzere olduğu kadın ve kadının abisi akşam yemeğine midye istemişler. Ben de pek severim. Haldun Bey Gut hastalığından dolayı yasaklı olan midyelerden yemiş. Aslında yemekte olan üç kişinin de ortak yediği tek yiyecek midyeymiş. Hepsi zehirlenmiş ama sadece Haldun Bey ölmüş. O gün, babasıyla küs olan, annesinin evde kalan eşyalarını almaya eve gelen kızı, evleneceği kadın ve abisi, mutfak çalışanları dahil herkesin ifadesi alınmış. Adamın bozuk midyeden dolayı değil zehirden dolayı öldüğü saptanınca elbette o gün evde olan herkes zanlı olmuş. Ben ufaktan kaçayım buradan. Zira beni de zan altına sokabilir bu olan bitenler. Ama unuttum, beni kimse görmüyor ki!

Zaman kavramının garipliği yine baş gösterdi. Karanlıkta buldum kendimi. Bir otogar burası. Az önce İstanbul’daydım. Şimdi neredeyim bilmiyorum ama görünmezliğimden faydalanıp boş koltuklarından birine sığıştığım otobüsün önünde İstanbul yazıyor. Ne saçma. Az önce oradaydım.

Otobüs hareket ediyor. Sırnaşık bir muavin var. Gözüm hiç tutmadı onu. Beni görmemesinden istifade el hareketi çektim pezevenge. Otobüsteki kızlara asılıyor çünkü. Keşke daha fazlasını yapabilsem. Yan sıramdaki koltukta bir kız var. Ona da sulanıyor ama aferin kıza, pas vermiyor, tersliyor onu. Kulaklığını takmış, bilgisayarıyla ilgileniyor. Onun önündeki yaşlı çifte takıldı gözüm. Adam otobüs hareket ettiğinden beri yiyor. Pis boğazından gidecek. Sevmem çok yiyen insanı. Gözlerim otobüsün sıcağından ağırlaşıyor. Sahi, ölülerin uykusu gelir mi?

Gözlerimi açtığımda otobüsün mola verdiğini görüyorum. Çişim yok benim. Hem dışarısı soğuk. Acıkmadım da. Demek ki hem görünmezim, hem acıkmıyorum hem de çişim gelmiyor. Eğlenceli olmaya başladı. Herkes geri geliyor otobüse, hareket ediyoruz. Yanımdaki kız yine bilgisayarına gömülüyor. O esnada pis boğazlı adamın fenalaştığını görüyorum. Ağzından köpükler felan çıkıyor. Karısı endişeyle bağırıyor. Şoför hemen sağa çekiyor, bir başkası 112 yi arıyor. Adam gitti iyi mi? Dedim ama o pis boğazı yüzünden ölecek diye. Acaba gerçekten öyle mi? Ağız köpürmesi felan bana pek kalp krizi gibi gelmedi. Hem o yılışık muavinle ne konuşuyordu mola da bu pis boğaz?Ölü de olsam anlarım bu işlerden. İnmek istiyorum bu otobüsten. Hem de hemen!

Az önce bir yeteneğimi daha keşfettim; istediğim an istediğim yere gidebildiğimi. Şahane değil mi? Araf’ta kalmak böyle bir şey ise ben memnunum, şimdilik.

Aklıma izlediğim bir bilgi yarışması geldi. Acaba oraya da gidebilir miyim? Gözlerimi kapadım. Kendimi o stüdyoda hayal ettim. Evet, gerçekten işe yarıyor. Şimdi yarışmanın çekildiği stüdyodayım. Aman Allah’ım! Finale kalan iki yarışmacıdan biri ölmüş. Neden gittiğim her yerde kaos görüyorum? Üstelik ölü adamın kazanacağına bahse bile girebilirdim sizinle. O kadar iyiydi. Acaba diğer yarışmacı öldürmüş olabilir mi? Neden olmasın? Beş lira için birbirini öldürenleri duydu bu kulaklar, ödül olan ev için hayli hayli öldürürler. Azıcık kalabalığa doğru yaklaşıyorum. Uyuşturucudan öldü diyorlar ama kafasının arkasındaki kan lekesini görmüyorlar sanırım. Hah gördüler. Düpedüz cinayet işte. Hayalet dedektif oldum ben de iyice.

Dinlediğim kadarıyla polis de önce diğer yarışmacıdan şüpheleniyor. Söylenenlere göre ölen kişi oldukça da arsız ve sapıkmış. Stüdyoda nefes alan tüm kadınlara yürümüş. Ekrandan da gayet normal aklı başında görünüyordu oysa. Acaba yürüdüğü kadınlardan birinin eşi ya da sevgilisi mi öldürdü? Hey komiserim, kamera kayıtlarına baktınız mı? Sanki beni duymuş gibi yanındaki sarışın polis kamera olmadığını söyledi. Zaten beni görecekse bu yakışıklı sarışın polis görsün, yeter.

Diğer yarışmacının eşi de burada. Ne sevimsiz kadın. Bu bile öldürmüş olabilir bence çünkü adam bu kadına bile asılmış. Bir an üzülmüştüm adamın öldüğüne ama şu an pek de üzüntülü hissetmiyorum. O nasıl kameraman öyle! Kadın bildiğin manken. Hah, şaşırmadım, ona da asılmış makyöze de. Makyöz nişanlıymış komiserim, bence nişanlısını da bir araştırmalı. Dedim ama duymadı ki beni. Adamı öldürecek bir yığın şüpheli var. Kim öldürdü ulan bu yarışmacıyı?

Ah! Ben böyle bir şey düşünmedim ki! Neden geldim buraya şimdi? Hatırladım, burası benim ilkokulu ve ortaokulu okuduğum okul. Ne kadar da değişmiş. Ağaçların dikildiği zamanı hatırlıyorum, dün gibi. Ne bu kalabalık, neler oluyor? Bir vukuat mı var yine? Kambersiz düğün olmaz, açılın!

Benim çocukluğumda da anlatılırdı çocuk kaçırma olayları ama o zamanlar böyle her yerde kameralar yoktu. Ama anladığım kadarıyla bu okulda da dışarıyı gören bir kamera yok. Çocuğa okulun içinde bir şey olmasın aman, dışarıda ne olursa olsun demek gibi bir sorumsuzluk bu. Kaçırılan dördüncü çocukmuş. İlk üçü hala bulunamamış. Stüdyodaki kadar olmasa da idare eder yakışıklılıktaki polisten duyuyorum bunları. Çocukların hepsi babasız çocuklarmış. Hepsinin maddi durumu da iyiymiş. Acaba fidye mi? Hmmm yok, fidye hiç istenmemiş. Pedofili de olabilir tabii. Ortalık sapıktan geçilmiyor. Çocuğa, hayvana, damacanaya… Tövbe tövbe… Vah yavrum, daha üçüncü sınıftaymış. Ne kadar korkmuştur kim bilir. Umarım hepsi sağ salim bulunur. Durun bir haber geldi. Geçen haftadan garip bir olaya şahit olmuş servis çalışanı. Bir adamın çocuklardan birine çikolata verdiğini görmüş. Şu anda robot resim çizdiriyor. Ben de ayaklı gazete gibiyim maşallah. Hah şimdi yandın it oğlu it. İçim sıkıldı, çocuk denince akan sular duruyor bende. Burada daha fazla kalamayacağım.

Hep otobüse binemem ya bu defa da uçağa bineyim. İnşallah boş koltuk vardır. Acaba biri üzerime oturursa ne olur? Dur bakalım, birazdan anlarız. Haydi havaalanına.

Yurt içi, yurt dışı? Karar veremedim. Aslında hep apronda başı boş gezmek istemişimdir. Biraz turlasam kim görecek ki beni? Gülmeyin sakın kara bahtıma ama burada da polis ekipleri var. Kocaman uçak az daha birini eziyormuş. Size anlatmak için biraz daha yaklaşayım. Gelinlikli bir kızcağız var yerde, etekleri yırtık ve çamurlu. Sanırım ölmüş. Düğününden kaçmış besbelli. Belki de sevmediği biriyle evlendiriyorlardı, garibim de çareyi kaçmakta buldu. İyi de apronda ve ölü olarak ne işi var ki? Bu işte bir bit yeniği var, hislerime güvenirim. Şu polislerle takılacağım biraz. Olayın iç yüzünü öğrenmeliyim yoksa çatlarım.

Öğrendiklerim çok enteresan şeyler. Şöyle ki; gelinlikli kızımız Göbeller Köyü’nde yaşıyormuş. Bu köyde yaşayan herkesin soyadı da Göbel, ne komik. Hepsi akraba demek ki. Neyse kızımız birinden hamile kalmış. Kızın annesi seneler önce ölmüş. Babası da Almanya’ya gitmiş. Kızcağız burada amcasına emanet edilmiş ama evde bildiğiniz Külkedisi muamelesi görmüş. Zaten hamileliği öğrenilince hamile kalmasından ziyade hizmetçilerinin kullanım dışı kalacak olmasına üzülmüşler. Kadınlar kadınlara sahip çıkacakları yerde nasıl kötülük yapabiliyorlar, aklım almıyor.

Kıza yapılan incelemelerde bacaklarının arasında meni kalıntısı bulunuyor. Hah şimdi bir yerlere varacağız. Tüm köyün erkeklerinden nasıl DNA alacaklar? Covid testi yapıyoruz diye. Zekice değil mi? Bacaklarının arasından alınan meninin DNA sı ile amca oğullarından birinin DNA sı tutuyor. Bir hareket oldu yine bir telaş. Öğrendiğim şeyden sonra artık insanlara zerre güvenim kalmadı. Zaten birine bir şey olursa ilk önce akrabalarına bakın der profesör Müge Anlı.

DARK DEDEKTİF 4
Dark Dedektif yazarları.

Acaba çok çok eski zamanlara da gidebiliyor muyum? Hani eski Türk filmlerindeki, her yeri gıcırdayan ahşap merdivenli konaklara… Kapatıyorum gözümü, haydi gidelim.

Galata’ya geldim. Tam düşündüğüm gibi bir konağın önündeyim. Mahmut Bey Konağı. Nasıl güzel bir manzarası var böyle. İçeriye doğru geçiyorum ama makus talihim burada da peşimi bırakmıyor. Yardımcılarıyla, oğlu, gelini ve torunuyla yaşayan Letafet Hanım uykusunda sizlere ömür. Odanın kapısı kilitli. Henüz hekim gelmemiş. Eski zamanlar bu zamanlar, Adli Tıp hak getire haliyle. İçeriye kilitli kapıdan geçiveriyorum. Bir yeteneğimi daha keşfettim. Duvarlardan bile geçebiliyorum ben. Yetmişine merdiven dayamış Letafet Hanım’ın ağzından köpükler çıkmış. Zehirlendiği aşikar. Kucağında da eski bir bez parçası var. Ne ki bu? Odada da hoş bir koku var ama ne kokusudur anımsayamadım. Hah zabitler geldi. Herkesi sorgulayacaklar, peşine takılıyorum Serkomiser’in.

Kalfa, hizmetçiler, kadının oğlu ve gelini, torunu ile görüşüyorlar. Her görüştükleri başka birini suçluyor haliyle. Ortalık nasıl karıştı. Eski iplikler pazara döküldü. Eski sırlar gün yüzüne çıkarken katili de ortaya çıkaracak gibi hissediyorum. İki şüphelim var ama bakalım hangisi gerçek katil?

Moda, en sevdiğim semtlerden biri oldu her zaman. Neden duruyorum ki? Nasılsa istediğim zaman istediğim yerde olabiliyorum. O zaman istikamet Moda. Çok sevdiğim bir lokanta var burada. Sahibini de tanırım. Aslında zor zamanlar geçirmişlerdi ama sanıyorum yakında düze çıkarlar. Yeni bir muhasebeci bulmuştu ve bu muhasebeci oldukça yetenekliydi. Bakayım ne yapmışlar, düzlüğe çıkmışlar mı?

Bilin bakalım kimler burada? Bildiniz, polisler. Ben neden sürekli böyle cinayetlerin, alengirli işlerin üzerine düştüğümü düşünürken, polislerin konuşmalarından anladığım kadarıyla lokantanın sahibi olan ve hesabındaki tüm para boşaltılmış olan Ersoy’un ve muhasebecisinin kayıp olduğunu öğrendim. Üstelik muhasebecisinin sevgilisi de sırra kadem basmış. En tuhafı da ne biliyor musunuz? Olayı soruşturan polis de kayıp kızın eski sevgilisiymiş. Ben olsam bu polisin yerinde, sevgilimi elimden alan kayıp adamı aramazdım.

Öğrendiğim kadarıyla daha önce de adamın hesabından bir miktar parayı, adamın oğlu kayıp muhasebecinin yine kayıp olan sevgilisine göndermiş. Kız belki de şimdi de Ersoy’un oğluyla beraber, kim bilir? Gerçi olamaz çünkü oğlu ortada, diğerleri kayıp. Kızın neden bu paraya ihtiyacı olmuş acaba? Sevgilisi dururken neden elin adamından para istemiş ki? Tabii o istediyle… Ooo, çok karıştı buralar, ben ufak ufak gidiyorum.

Normal yaşantımda en son hatırladığım detaylardan birisi Çırağan Sarayı’na gitmek isteyip tadilat ıolduğu gerekçesiyle içeriye alınmayışımdı. Bugün bakalım kimi görüp de içeri almayacaklar. Madem görünmüyorum, durdurulacak biri de yok demektir.

Tipik Türkiye, halen tadilat devam ediyor. Sittin sene de bitmez bu şimdi. Olsun ben usulca gezerim. Bu kadını tanıyorum, kiminle tartışıyor ki? Eski sevgililer belli. Kadın ülkeden ayrılacağını söylüyor, karşısındaki adam ondaki emanetinin ne olacağını soruyor, sinirleniyor ve uzaklaşıyor. Ben de kadının peşine takılıyorum. Belki onunla yurt dışına giderim ben de.

Kadının evindeyiz ama bir şeyler yolunda gitmiyor. Gözümün önünde kadını bayılttı! Neler oluyor? Aaaa ne cici kedi, gel pisi pisi.

Kadının zihninde bazı görüntüler beliriyor, onları da görüyorum. Tahminen yıllar yıllar öncesindeyiz çünkü kadın henüz çocuk. Yanında arkadaşları var ama pek normal değiller. Demek bu kadının da geçmişinde onu huzursuz eden anıları varmış, tüm çirkinliğiyle görmüş oldum. Ayyy acaba kadını bayıltıp ne yaptı? Hayatta mı yoksa öldürdü mü? Hemen evine gitmeliyim.

Maalesef ölmüş. Evi darmadağın edilmiş tüm eşyalara da zarar verilmiş. Bedeninde sayamadığım kadar bıçak yarası var. Ben ölüye bakamazken şimdi hayalet dedektif oldum. Yurt dışına beraber gideceği arkadaşı bulmuş cesedini. Hatta anladığım kadarıyla kadının Çırağan’da tartıştığı adamı aramış önce ama adam küfredip kötü konuşmuş. Sonra evine gelip bu manzarayla karşılaşmış. Olay yeri elindeki bir fotoğrafı gösteriyor kadın komisere. Ben tanıyorum bu fotoğraftakileri. Zihninde gördüğüm görüntülerdeki çocuklar bunlar. Ne yazıyor bakayım? “Katiller 2000” Tabii ya, anlamıştım zaten o olayla bir alakası olabileceğini.

Polisler hummalı bir soruşturma başlattılar. Olayın düğümünü çözecekler belli. Kimseye güven olmuyor arkadaş, bu olaydan da bunu öğrendim. Ha bir de ne kadar üstünü örtersen ört, gerçekler bir şekilde saklandıkları geçmişten gün yüzüne çıkıyorlar. Hiçbir şey cezasız kalmıyor. Aman aman, neler neler çıktı olayın altından. Hiç umduğum gibi olmadı soruşturmanın gidişatı ama bu kadın Başkomiser pek bir cevval, vazgeçmiyor. Bir uçan bir de kaçan kurtulur bu kadından. Ben ara ara bu Aylin Başkomiser’in yanına geleyim, onunla dolaşmak eğlenceli. Ama uzun zamandır Bağdat Caddesi’ne gitmedim, acayip özledim. Hava da mis gibi tam cadde havası.

Oh! Bayılıyorum gerçekten caddede yürümeye. İstanbul bir yana cadde diğer yana. Hele o denize inen sokakları yok mu? Aaa, kim ayol bu koştur koştur yürüyen? Var yine bir olay, garanti. Düş peşine kızım.

Adam bir apartmana girdi, ben de peşindeyim tabii. Meğer gittiği kardeşinin avukatlık ofisiymiş. Kapıyı sekreter kız açar açmaz “Ben galiba birini öldürdüm!” deyip yığılıverdi olduğu yere. Kalp krizi geçirdi bahtsız adam. Hemen hastaneye götürdüler, şimdi yoğun bakımda. Kardeşi de hemen polise haber verdi. Abisinin isteği de bu yöndeydi zaten. Adamcağızın evinde bir şey yok ki! Arabası da yok ki birine çarptı da kaçtı desem. Asıl sürpriz avukat kardeşin evinden çıktı. Öldürdüğünü söylediği şahsın cesedi salonda sehpanın üzerinde yatıyor. Bak sen şu işe! Ama evin sahibi ölü bulunan adamı tanımıyor, eşi de keza öyle. Polis araştırma yapıyor şu anda. Ben polisle takılıyorum çünkü daha heyecanlı. Öldürülen genç oldukça yakışıklı ve haddinden fazla çapkın çıktı. Kesin bir aşk cinayeti. Acaba avukatın karısıyla bir aşna fişne durumu mu var? Ama kadın şehir dışındaymış, tutmadı tahminim bu defa.

Polis öldürülen şahsın sürekli girip çıktığı bir sanat galerisine gidiyor. Biliyorum burayı, önünden defalarca geçtim aslında ama hiç içeri girmemiştim. İnsan caddede sanat galerisi mi gezer Allah aşkına? İki hoş kadın ortak açmışlar galeriyi. Hatta aramızda kalsın birinin de sevgilisiymiş ölen genç. Kadınların ikisi de evli. Hah bir şüphelim daha oldu şu anda ama polise sesimi duyuramıyorum ki! Görünmez olmak yormaya başladı beni. Olsun, duymasa da aynı ip ucunu yakaladığını gördüğüme göre biraz caddenin akışına kendimi bırakabilirim. The Townhose’da bir kadeh bir şey içsem kim görecek beni?

Garsonun geri almak üzere bıraktığı tepsiden bir kadeh yürüttüm, kimse fark etmedi. Tek sorun oturduğum yerler boş göründüğünden sürekli üzerime birileri oturdu, yer değiştirip durdum. Onun dışında fena değildi. Saat de geç oldu. Hafif esinti var. Azıcık yürüyeyim. Nasılsa sıkılınca başka yere giderim.

Kentsel dönüşümden nasibini alan lüks apartmanların birinin önündeyim. Bilin bakalım ne var? Bildiniz polis ekipleri. Neden bir düğüne ya da eğlenceye rastlamıyorum? Neden hep bir olay, bir cinayet? Var bunda da bir hikmet ama dur bakalım.

Çok acı bir manzara; anne ve baba evlerinde öldürülmüş. Allahtan bebekleri yaşıyor. Kadının ablası geldi şimdi feryat figan. Kadının dediğine göre ölen adamın üvey abisi onları öldürmüş çünkü kötü biriymiş. Ama üvey abisi cinayet saatinde evde olduğuna dair şahit göstermiş, gerçi bozacının şahidi şıracı durumu biraz ama nasılsa varsa bir bit yeniği, polisler bulur. Öldürülen adamı telefonla tehdit eden bir adamı buldular şimdi. Adam para karşılığı tehdit telefonu etmiş. Bilin bakalım kim yaptırmış? Bingo! Üvey abi. Polisler şimdi abiyi göz altına almaya gidiyorlar. Gelen bir haberle polislerde bir hareket oldu. Şöyle ki; Ölen adam yurt dışından değerli bir mücevher alıp bir kadına hediye etmiş. Asıl şaşırtıcı olan ise o kadın da üç gündür kayıpmış. Bir yasak aşk durumu söz konusu galiba. Kadının telefon görüşmelerini incelediler az önce. Kadının kocası hediyeyi öğrenmiş. Kendisine soramıyorlar çünkü kocası da kayıp. İşin ucu bambaşka yerlere doğru gidiyor ama dur bakalım, hayırlısı. Kayıp kocanın kardeşi ile görüşüyorlar. Sanırım bir ip ucu yakaladılar. Ama ben daha fazla cesetle karşılaşmak istemiyorum. Aklım da ölen çiftin bebeğinde kaldı. Nasıl ağlıyordu yavrucak…

Pierre Loti. Uzun zamandır gelmemiştim. Ne kadar bu halde kalacağım bilmiyorum. Bu nedenle çok sevdiğim yerlerde dolaşacağım. Cenaze var. Elleri kelepçeli bir adam, yanında polislerle. Anlattıklarına kulak misafiri oluyorum.

Bir fabrikada çalışıyormuş. Bir kıza aşık olmuş. Kıza aşkını söylemiş ama kötü talihe bakın ki kızın aynı hafta sonu nişanı varmış. Abisinin arkadaşıyla nişanlanacak olan kızın cenazesiymiş işte bu cenaze de. Önce intihar ettiği, kendini astığı düşünülmüş. Yapılan incelemeler sonucunda kızın öldürüldüğü ortaya çıkınca elleri kelepçeli adam, kızın abisinden bir araba dayak yemiş. Ama sonradan suçsuzluğu ortaya çıkmış. “Ee? Neden kelepçeli o halde?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Çünkü adamın aşık olduğu kızın da sakladığı sırlar, açmak istediği gerçekler ve bunların olumsuz sonuçları olmuş. Ah yazık oldu gencecik kıza. Bir biraya nasıl ihtiyacım var şu anda. İstiklal’de o kargaşada muhakkak bir bardağı yürütürüm.

Her zamanki gibi ana baba günü İstiklal. Aslında havanın soğuk olabileceğini biliyorum ama hissetmiyorum, üşümüyorum. Hep yapmak istediğim ama utancımdan yapamadığım şeyi yapıyorum; İstiklal Caddesi’nde dans ediyorum. Aslında neden utandım, hiç bilmiyorum. Dansın utanılacak neyi var ki?

Bir mekanı gözüme kestirdim. Oldukça kalabalık, masalar içki kadehleriyle dolu. Birini alsam kimse fark etmez. Dışı buğulanmış bir bira bardağını elime geçirip bir köşeye sindim, insanları izleyip yudumluyorum. Bir adam var yan masada, bir şeyler mırıldanıyor. Sarhoş sanırım. Yalnız başına oturmuş boş tekila bardaklarıyla konuşuyor. Karşısına geçtim, görmüyor beni. Keza görünür de olsam burnunun ucunu görecek halde değil. Ama anlattıkları ilgi çekici.

Bir kadından bahsediyor. Oldukça tutulmuş belli ki. Kadınla birlikte bir gece geçirmiş ama kadın öyle sarhoşmuş ki adamın evine nasıl geldiğini bile hatırlamamış sabahında. Tercihini evden gitmek yönünde kullanmış. Ama sanırım kadının başına bir bela getirdi bu adam, deli deli konuşuyor çünkü. Hemen Beyoğlu İlçe Emniyeti’ne gitmeliyim. İyi de kimsenin görmediği beni nasıl duyacaklar, nasıl?

Sanırım strese girdiğimde zihnim beni bulunduğum yerden uzaklaştırıyor. Büyükada burası. Aya Yorgi yokuşunun başındayım. Bir kız yürüyor önümden köpeğiyle. Yavaş adımlarla iniyorlar yokuşu. Elindeki bastondan anladığım kadarıyla görme engelli. Köpek beni hissediyor ve hırlıyor. Kızla birlikte ben de yürüyorum ardı sıra. Köpek bir anda kızı bırakıp ormanlık alana giriyor. Kız panikliyor ama köpek “buraya gel” dercesine sesleniyor. Merakıma yenik düşüyor ve ben de gidiyorum. Kilisenin papazı olduğunu öğreniyorum gelen polislerden. Cebinde bir intihar mektubu bulunuyor ama papazın söylemleriyle not aslında pek de birbirini tutmuyor. Son zamanlarda intihar eden üçüncü papaz olması ve hepsinin cebinden aynı intihar notunun çıkması bunun bağıra bağıra intihar olmadığını söylüyor. Görme duyusu olmayan insanların diğer duyularının gelişmiş olduğunu söylerler ya, işte bu kızımız da bunun ispatı oluyor. Onun verdiği ip ucu sayesinde eminim bu davayı çözecekler. Köpeğin de başını okşadım, Çiko’ymuş adı. Sen hep bu kıza destek ol e mi Çiko?

Kendimi kötü hissetmeye başlıyorum. Sanki dünya ayağımın altından çekiliyor gibi. Etraf kararmaya, başım dönmeye başlıyor. Sanırım gitme zamanım geldi. Ama nedense korkmuyorum.

Ter içinde uyandığımda derin bir oh çekmedim desem yalan olur. Tamam görünmezlik felan iyi hoş da insanlarla etkileşime girememek gerçekten berbat bir his. Yanı başımdaki bardağımdan koca bir yudum su içtim. Uyumadan önce son sayfasını kapadığım Dark Dedektif Suç Öyküleri kitabım halen elimde duruyor. Gülümsedim ve rüyamda gördüklerimi yazmak için bilgisayarımı kucağıma aldım. Heyecanlı bir macera olacak. Hazırsak başlıyorum…

 

Yazar:

Selin Bak
En Son Yazıları

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum