Sayfayı çevirirken gözü dışarı kaydı. Kar yağmaya başlamıştı. Kendini daha da mutlu hissetti. Çünkü elinde son dönemin gözde yazarlarından birinin yeni kitabı duruyordu. Mutluydu zaten. Dalgın gözlerle bir süre kafenin ön camından dışarıyı seyretti. Dev bir kar küresi gibi geldi bir an kafenin dışındaki dünya. Hızını artırmadan yoğunluğu kalınlaşan kara maruz kalan sevinçli, şaşkın, kızgın, aceleci insanları gözlemledi. Fırsat bulup kafeye girmelerini ve birlikte birer sıcak bir şeyler içmeyi hayal etti. Karın hatırına… Bu güzel, tamam belki dışarıdakiler için soğuk, anı bir yabancıyla paylaşmak istedi. On, bilemedin on beş dakikalığına hayatına girecek ve sonra aniden bastıran kar gibi hayatından çıkıverecek birini aradı. Kahvede tek başına oturan sadece kendisiydi. İkili veya çoklu gruplar sarmıştı etrafını. Küçük bir burukluk sonrası mutlu olduğunu hatırladı. Gözleri kitabına kaydı. Kitabın yıpranmış kapağını sıvazladı önce. Geri kalan sayfaları para makinası gibi taradı ardından. Sondaki sayfa numarasına baktı. Ne zaman kitabı bitireceği tahmininde bulunduktan sonra kaldığı yerden okumaya devam etti.
Geç keşfettiği bir yazarın kitabıydı okuduğu. Günümüzdeki en popüler detektiflerden birinin yaratıcısıydı yazar. Ondan fazla macerası vardı. Sırayla okumaya karar vermiş, üçüncü kitabın baskısı çoktan tükendiğinden, internet üzerinden ikinci el sipariş etmek zorunda kalmıştı. Kitap, birkaç gün sonra eline geçmişti. Ancak kitabın fazlasıyla hoyrat kullanıldığını görünce, ısmarladığına pişman olmuştu. Kapağı zarar görmüş, sayfaların bazıları yırtılmış ve pek çok sayfaya daha önceki okurlar tarafından yapıldığını düşündüğü karamalar yerleşmişti. Kimisi resim çizmiş, kimisi aşkını ilan etmiş, kimisi de özlü sözlerle bezemişti sayfaları. Onun ilgisini çeken ise sayfaları hızla karıştırırken gözüne çarpan telefon numarası oldu. Birisi yeşil kalemle sayfa boşluğuna herhangi bir açıklama olmaksızın numarasını yazmıştı. Biri neden telefon numarasını kitap sayfasına yazar diye düşündü. Belki aceleyle o anda yazacak bir kağıt bulamamıştı veya kitabı verdiği kişinin numarasını bilmesini istemişti, belki kendi numarası bile değildi, sadece bir şakaydı. Ya da bir meydan okuma. Karar verememişti. Kahramanın yeni macerasını okumak için heyecanına yenilince, kitabın fiziksel durumu bir anda gündem dışı kalıverdi. Bugün iş çıkışı, her zamanki kafesinde, her zamanki içeceği ve yanındaki küçük atıştırmalıklarla okumaya başlayacaktı. Bu heyecan verici beklenti, işte onu tüm gün dinamik tutmaya yetmişti.
Günün en çok sevdiği saatinde, favori kafesinde oturuyordu. Yorucu bir günü ardında bırakmış, tüm gün hayalini kurduğu anı yaşamak için rutinlere dayanmak zorunda kalmıştı. Ama ödül hepsine değerdi. Yaşam da bu özel anların toplamı değil miydi? En azından onun için. Bu özel anlar çok kıymetliydi. Kahvesinden bir yudum aldı ve kitabına gömüldü. Her bölüm bitiminde, gözleri dışarı kayıyor, bir süre dünyayı izliyor sonra mutlu olduğu yere dönüyordu. Bazen kendini kaptırıyor, kahvesini soğutuyor, tazelenmesi için ricacı oluyor ve sonra güvenli dünyasına giriveriyordu.
Kitap akıp gidiyordu. Ne kadar zamandır okuduğunu bilemedi. Havadan kestirmeye çalıştı. Bu işte oldukça iyiydi. Sabahları da saatini kurmasına rağmen, dışarı bakarak doğru zamanı kestirebilirdi. Hiç yanılmamıştı. Bugün de. Gözlerini ovuşturdu. Kafedekileri süzdü. Gözü döndü dolaştı kitabına çevrildi. Bir iki sayfa karıştırdı, gördüğünü unuttuğu telefon numarasına rastladı. Bakakaldı. Telefon numarası olmanın ötesinde rakamlar bir mesaj taşıyormuş gibi geldi. Bakışlarını alamadı. Koltuğunda dikildi. Dudakları kurumuştu. Soğumuş içeceği yardıma koştu. Aldırmadı sıcak olmadığına bu kez. İçti. Bunun bir anlamı olmalı diye düşündü. Bekledi konuşmasını numaranın, bir şeyler anlatmasını. Etrafına bakındı hızlıca tuhaf bir durum var mı fark edemediği diye. Her şey yolunda gibiydi. Eliyle rakamların üzerinden geçti. Rakamların dile gelmesini umdu. Heyecanına anlam veremedi. Kitabın o sayfası açık halde göğsüne bastırarak bir süre öylece kalakaldı. Yanıt aradı.
Yanıtı buldu. Numarayı arayacaktı. Ne kaybederdi ki? Belki hiçbir sonuç çıkmayacaktı, sıradan birisi, kullanılmayan numara veya hayatındaki eksik kişi. Şansı var mıydı gerçekten? Pek gerçekçi gelmedi ama denemeliydi. Bunu ta içinde hissediyordu. Sonu iyi veya kötü olsun karşıdaki sesi duymalıydı. Telefonu eline aldı ve numaraları tuşladı. Kitaba bakmadan numaralara bastığını fark edince korktu biraz. Parmakları kolayca dokunmuştu tuşlara sanki daha önce defalarca aramışçasına. Çalmaya başlayınca sevindi önce sonra endişe sardı benliğini. Kapatmakla kapatmamak arasında binlerce kez gitti geldi. Baş parmağı titrek vaziyette kırmızı tuşun üzerinde bekledi. Hâlâ çalıyordu ancak açan yoktu. Heyecanını geride bıraktı. Parmağı sakinleşti. Hayal kırıklığı sardı her yerini. Veda eder gibi sonlandırdı aramayı. Siyah ekrana bakakaldı. Kendi siluetini gördü. Yapmaması gereken bir şeyi denemiş, olmayınca da rahatlamıştı. Kitabı sehpaya koydu, arasında mesafe olsun istedi. Bir anda yabancılaşmıştı sanki. Telefonu kitabın üzerine koyup içeceğini tazelemeye gitti.
Kahvesini masaya koyup koltuğa çöktü. Keyifli başlayan kitap macerasının canını sıkmasına üzüldü. Hiç olmamış saymayı deneyecekti. Eve gidip orada okumaya devam etmeyi düşündü, hemen vazgeçti. Kafenin bu sıcak köşesi huzurlu geldi. Ama daha çok soğukta dışarıya çıkmaya üşendi. Üzerine bir battaniye alıp oracıkta kıvrılarak geceyi geçirebilirdi. Saçmaladığına karar verip saatine baktı. Belki bir bölüm daha okuyabilirdi. Kitabın üzerinde duran telefona mesaj geldiğini işaret eden notu görür görmez, unuttuğu heyecanı geri geldi. Telefona uzanırken az kalsın bardağını döküverecekti. Açıp okudu. Tek bir kelime yazmaktaydı.
“Merhaba.”
Bekledi. Beklediği için kendine kızdı sonra. Hemen bir “Merhaba,” da o yazdı. Bekledi.
Mesajı yazmasının üzerinden yarım saat geçmişti ancak beklenen olmamıştı. Yanıt yoktu. Tekrar aramayı düşündü sonra bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Belki de meşguldü. Hem en son o yazmıştı. Yanıt sırası yabancıdaydı. Kitabını okumaya devam etti. Her sayfa sonunda göz ucuyla telefona bakıyor, gelmediğini bildiği halde mesaj sayfasını açıp emin olmak istiyordu. İki bölüm bittiğinde hâlâ mesaj yoktu. Toparlandı. Sıkıca giyindi. Kulaklıkları kulağında, kendini soğuğun ortasına bıraktı. Beş şarkıdan sonra apartmanına girdi. Posta kutusunu kontrol etti. Daireye girince yüzüne çarpan sıcaklık hoşuna gitti. Hızla üzerindekileri çıkarıp mutfağa daldı. Çabucak halledilen akşam yemeği ile beraber televizyonun karşısındaki kanepeye yerleşti. Rutinine geri dönmüş, kitap ve telefon numarası şimdilik aklından çıkmıştı. Televizyonda, yarısından yakaladığı bir Türk filmini bilmem kaçıncı kez izledi, lambaları söndürüp, kulaklığı ile kanepeye uzandı. Kısa sürede uyudu.
Keskin ve kısa bir gürültünün etkisiyle kanepeden fırladı. Kulaklık hâlâ kulağında olduğundan, telefonuna gelen mesaj bildirimi, gecenin sessizliğinde devasa bir yankı yapmıştı. Korku ile heyecan karışımı bir duygu hissetti önce. Kısa süre sonra ne olduğunu anladı. Telefonuna, ardından saate baktı. Henüz gece yarısı değildi ama tanımadığı biriyle yazışmak için geçti. ‘Muzur ya da tehlikeli bir iş peşinde değilsen,’ diye düşündü. Mesajı bir kez daha okuduktan sonra ok yazıp gönderdi.
Buluşmak için yarım saati vardı. Hızla ayna karşısına geçti. Üzerindekilerle yatmasına rağmen hâlâ iş görürlerdi. Dişlerini fırçaladı, deodorantı sıktıktan sonra hazırdı.
Gece yarısı vardiyasından dönen alt komşusunu kapıda görünce saatin epeyce geç olduğunu anladı. Hızlı bir selamlaşma sonrası kendini soğuğa bıraktı. Buluşma yerleri otogardı. Daha doğrusu terminalde sabaha kadar açık olan kafelerden biriydi. İlginç bir seçim diye düşündü. Hoş, ilginç olmayan ne vardı ki olayla ilgili? Beşevler’de oturduğundan yürümekten başka çaresi yoktu. Kulaklıları takılı, ağzı burnu sıkıca kaşkolla kapanmış halde yürümeye başladı. Bir yandan da doğru yapıp yapmadığına ilişkin iç sorgulama yapıyordu. Yabancı niye hiç soru sormamıştı? Doğrudan buluşmak istemişti. Oysa bilinmeyen bir numara aradığında önce karşı taraf sorgulanır veya numarayı nereden bulduğu sorulur. Sanki bu kişi telefonu bekliyor gibi davranmıştı. Ama herhangi biri de olabilirdi arayan. Hatta yanlış numara. Nasıl bu kadar emin olabilmişti kitaba bıraktığı numara yüzünden arandığından? Bir süre buna kafa yordu. Bunun tek bir yanıtı olabilirdi. Kitaba yazılan, sadece kitabı okuyanlar tarafından aranabilecek bir numara olmalıydı. Bu olayı daha da gizemli yapmıştı. Kim, biri şans eseri kitapta gördüğü bir numarayı arasın diye hat alırdı ki? Bunun ardında bir şeyler olmalıydı. Casusluk diye düşündü hemen. Hemen de sildi bu düşünceyi. Çok Amerikanvari buldu çözümünü.
Deneysel bir amacı olabilirdi. Bu daha akla yatkındı. Kendisi gibi belki psikolojiyle ilgilenen biri bir araştırma için böyle bir yöntem seçmişti. Ya da sapık biri. Ya da çok yalnız… Listeyi uzattıkça uzattı. Yürüdükçe burnundan akan sıvılar atkısını ıslatıyor, nefesi yüzünü ısıtıyordu. O kadar yoğunlaşmıştı ki dinlediği müziği duymaz olmuştu. Hızlı adımlarla ilerlemesine rağmen her an geri dönecekmiş gibi bir his vardı içinde. Merak ne tehlikeli bir duyguydu. Yasak olan bir şeyi yapma isteğiyle, pişman olacağına merakta kalmasını söyleyen iç sesi arasında gidip geldi. Kafası iyice karışmıştı ki otogar göründü.
İçerisi sıcaktı. Tenha sayılırdı. Kafelerin bulunduğu alt kata indi. Bere ve atkısını çıkarıp kendine çeki düzen verdi. Camekânlı mekânda birkaç masada tek başına oturanlardan randevusunun hangisi olabileceğini seçmeye çalıştı. Hiçbiri içine sinmemişti ama dış görünüm yanıltıcı olabilirdi. Kapıyı açıp içeri girdiğinde salonun loş bölümünde oturan bir adamın ayağa kalktığını gördü. Randevusunu bulmuştu. Yavaşça yaklaştı. Yaklaşırken de adamı incelemeyi sürdürdü. Bir ipucu arıyordu ama bulamadı.
Gecenin o vaktine göre şık sayılabilecek spor bir takım giymiş, bakımlı, kendinden en az on yaş büyük bir erkek karşısında duruyordu. Yüzünde herhangi bir ifade yakalayamadı. Tanıdık gelen bir şey vardı yine de. Gülümseyerek elini uzattı. Tokalaştılar. Eli soğuktu. ‘Demek o da yeni gelmiş,’ diye düşündü. Karşılıklı oturur oturmaz uykudan yeni uyanmışa benzeyen bir garson başlarına dikildi. Çay söylediler. Yabancı paltosunu çıkarırken, onu bir panik dalgası sardı. Bir anda hata yaptığına ilişkin korkunç bir duygu kapladı benliğini. Hemen terk etmeliydi kafeyi. İçine ateş bastı. Sıcak kanepesinden kalkıp tanımadığı bir adamla gece yarısı çay içmek de neyin nesiydi? Yanlışa doğru sürüklendiğini hissetti. Bir şeyler yapmalıydı. Belki biraz konuşsa, içi rahatlardı. Ama yok, iç sesi hemen bir bahane bulup gitmesi için haykırıyordu. Yabancı sandalyesine yerleşmeyi sürdürürken, otogara gelmek için yürüdüğünü bahane ederek lavaboya gitmesi gerektiğini söyledi. Telaşla kalktı masadan. Hemen arkalarındaki tuvalete girdi. Kapıyı ardından kapatınca derin bir nefes aldı. Ne yapmıştı böyle? Ne işi vardı burada? Nasıl sıvışacaktı? ‘Buranın arka kapısı da yoktur.’ diye düşündü. Derin bir nefes alıp verdi. Birini arayabilirdi ama ne diyecekti?
Gel beni kurtar!…
Neyin içinde olduğunu bilmiyordu bile. Belki de paranoyaklık yapıyordu. Adamla biraz konuştuktan sonra pekâlâ evine dönebilirdi. Sonuçta ikisi de yetişkin insanlardı. Bu kalabalık ortamda olabilirdi ki? Hem kitaptaki numaranın hikâyesini başka nasıl öğrenecekti? İleride anlatacağı iyi bir hikâyeyi kaçırabilirdi bu yüzden. İnanmasa da abarttığına karar verdi. Tuvaleti kullanmadığı halde sifonu çekti. Bir süre daha bekledi. Daha sonra lavaboda elini yüzünü yıkadı. Sakin olması gerektiğine ikna etmişti kendisini. Sahte bir gülümsemeyle çıktı dışarı. Kafe biraz daha kalabalıklaşmıştı. Oturdukları masaya yaklaşırken şaşkınlığını gizleyemedi. Gülümsemesi yok oldu. Etrafına bakınarak yavaşça sandalyesine yerleşti. Sorar gözlerle çevresindekilerden bir yanıt almaya çalıştı. Yaşadıklarına anlam veremedi. Gerçekle düş arasında bocaladı. Sonra gözü masanın üzerindekilere takıldı.
Dumanı tüten iki çay bardağına uzun süre baktı.