Uzak doğu polisiyelerini son yıllarda çok sık işitir olduk. Hollywood’un artık iyice ayyuka çıkan yaratıcılık sıkıntısının
yanı sıra, Güney Kore sinemasının kendine has öğelerinin yedirildiği filmlerin de bunda payı büyük. İşin garip yönü ise, Hollywood’tan çıkan, belirli bir şablona bağlı kalan senaryolar, ezber bozmayan oyunculuklar ve cılız bir
sürpriz son dışında pek bir şey barındırmayan yapıtların aksine, Güney Kore’den gelen polisiyelerin her biri farklı bir ruh hali taşıyor sanki. Mesela “I Saw the Devil – Şeytanı Gördüm” nişanlısı öldürülen bir polisin kişisel intikamını
anlatırken ortaya suçlu ve mağdurun gitgide karıştığı ve sado – mazo unsurları kullanmaktan çekinmeyen bir iş koyuyor ortaya. Kore’nin soğuk atmosferinin her an hissedildiği “Memories of Murder – Cinayet Günlüğü” birbirine zıt iki polisin bir seri cinayet dosyasını incelerken düştükleri çıkmazı irdeliyor. “Confession of Murder – Ben Bir Katilim” ise yine bir intikam meselesini eşelerken hem izleyenler için güzel sürprizler hazırlıyor hem de medyaya,
topluma ve özellikle adalet sistemine ciddi eleştiriler getiriyor. “Acaba katil kim?” sorularının peşine takılmayan bu filmlerin güzel tarafı da, pek ortak özellik barındırmaması. Her yıl 14 Nisan’da “Yalnızlar Günü” düzenlemek gibi
melankolik adetleri olan Kore toplumunun depresif atmosferi, filme bir şekilde sirayet eder ama başarılı bir Güney Kore polisiyesinde kesinlikle izlediğiniz daha önceki bir deneyime benzemiyordur.
kaçtığı kızların izini bir telefon numarasında bulup bu numarayı mercek altına alıyor. O sırada yardım istediği eski meslektaşı ise aynı gece suratına bok atılan ( mecazi anlamda değil! ) Valinin olayını incelemekle meşgul. Joong – ho
bir şekilde kızlarını elinden alıp sattığından şüphelendiği Young – min’e ulaşıyor fakat medyanın tüm ilgisinin Valinin suratına atılan bokta olduğu bir gecede, Young – min’in içinde olduğu olaydan bambaşka sırlar çıkıyor.
çocuğun etkisiyle, bir gecede yaşadığı müthiş dönüşümün gerçekleşmeye başlaması. Joong-ho maddi kaygılardan uzaklaşıp işin insani boyutunu göz önünde bulundurdukça, hikayenin seyri de değişiyor. Finale yaklaşırken itiraf edilmiş bir davayı bile çözmekten aciz yozlaşmış polislerin yanı sıra işin içine toplumun gazını almak için medyayı yönetmeye çalışan, bunun için de bir seri cinayet vakasını görmezden gelen Savcılar ve Komiserler eklenince, insanın içini acıtan bir tablo çıkıyor ortaya. Cinayetlerin bir kişi tarafından değil de bürokratik bir bataklığı andıran bir sistem tarafından işlendiği gerçeği, izleyenin suratına tokat gibi çarpıyor. Bu yüzden seyircinin istediği gibi değil de,
gerçek hayatta olduğu gibi bir tablo çıkıyor finalde karşımıza. Büyük bölümünde izleyenini eğlendirirken salvolarını son anlarına saklayıp hiç uğruna yok olan hayatlar için medyaya da, adalet sistemine de emniyet teşkilatına da sözünü esirgemiyor “The Chaser”. Güney Kore polisiyesi içinde bile bambaşka bir noktaya konumlanıyor tüm bu özellikleriyle.
Nuri Çınarlı
Yazar:
- Turgut Şişman, PolisiyeDurumlar.com ve Dedektifdergi.com sitelerinin kurucuları arasında yer aldı ve halen polisiyeseverlerin ilgi ile takip ettiği bu iki projede aktif olarak görev almaktadır. Çeşitli kitaplarda ve online platformlarda hikaye ve makaleleri yayınlanan Turgut Şişman, Polisiye Yazarlar Birliği üyesidir ve 2005 yılından bu yana İngiltere'de yaşamaktadır.
En Son Yazıları
- Polisiye edebiyat25 Mayıs 2024Arthur Conan Doyle Kimdir: Hayatı, Eserleri ve Sherlock Holmes
- Makale16 Mayıs 2024En tehlikeli burç hangi burçtur? Peki ya en zeki burç hangisidir? 2024
- Makale13 Mayıs 2024Psikopat Ne Demek? Özellikleri, Meslekleri ve En Psikopat Film Karakterleri
- Haber9 Haziran 2023ZEHİRLİ KALEM POLİSİYE ÖYKÜ YARIŞMASI BAŞLIYOR