Merhaba, bu hafta, ülkemizde polisiye kitap türlerinden, Polisiye – Gerilim yazılmıyor diyenleri bir defa daha düşünmeye itecek bir yazara konuk oluyoruz. Günay Gafur, Kuklacı isimli kitabı ile bu türün severlerinin dikkatini çekmeyi başardı.
“…Ve bazıları ışığın, bazıları gölgenin peşine düştü!”
Cümlesiyle başlayan kitabını biz de keyifle okuduk. Sonrasında da hemen Günay Bey’i daha yakından tanımak ve okuyucularımıza kendisini daha yakından tanıtmak istedik. Lafı uzatmadan Günay Bey ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiye geçelim:
Günay Bey merhaba okuyucularımız için bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhabalar efendim. Öncelikle teşekkürler… Polisiye gerilim edebiyatına katkı sağlayan böyle
bir site kurduğunuz ve beni de konuk etiğiniz için.
1978 Ankara doğumluyum. Ankara Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunuyum. Dünya iyisi bir eşim, dünya tatlısı iki çocuğum ve sözcüklere dönüşmeyi bekleyen dünya kadar hayalim var.
Teşekkür ederiz nezaketiniz için. Sizi bir kitap yazmaya götüren süreç
nasıl gelişti?
Her zaman söylerim, bir çocuğun okuma-yazmayı öğrenmesi, insanlığın yazıyı keşfetmesiyle
eşdeğer. Bir çağın kapandığı ve yeni bir çağın başladığı büyük bir an bu.
Okumayı söktüğüm günü hatırlıyorum. Hayatımın en şaşırtıcı anlarından biriydi. Üzerinde
harflerin olduğu her şey (tabelalar, gazeteler, kitaplar, eşyalar…) gözümde farklı bir anlam kazanmıştı. Dünya resmen dönüşüme uğramıştı. O günden sonra iştahla okumaya devam ettim. Masallar, hikâyeler, öyküler, çizgi romanlar… Birilerinin hayallerine dokunuyor ve bundan büyük haz alıyordum. Sonra bir gün, yine çocukken, yazmak denen şeyin büyüsünü keşfettim. Artık ben de hayallerimi paylaşabilecektim. Aradan yıllar geçti ve ben hala
hayaller kuruyor, hala hikâyeler anlatıyorum.
Bize biraz ilk kitabınızdan bahseder misiniz? “Kuklacı” nasıl doğdu?
Fizik, kimya, matematik gibi pozitif bilimlerin kokusunu barındıran gerilim kitapları
genelde yabancı yazarların elinden çıkmakta. Ülkemizde bilimsel alt yapısı olan
gizemli ve kurgusal romanlara çok sık rastlanmıyor. Bu durumdan şikâyet
etmektense “Çorbada neden benim de tuzum bulunmasın?” dedim. Polisiye gerilim edebiyatına farklı bir soluk getirmek, naçizane bir katkı sağlamak amacıyla yola çıktım. Bir gün, neredeyse noktasından virgülüne kadar tüm kurgunun bir anda, yıldırım gibi aklıma düşmesiyle kendimi sayfalar arasında buldum. Hikâyenin detaylanması, araştırma süreci ve yazım aşaması bittiğinde baktım ki üzerinden üç sene geçmiş.
“Kuklacı”yı yazarken Psikolojik – Gerilim kitap türünde, dünya standartlarında bir kitap yazmak için işe koyulduğunuzu belirtmişsiniz. Samimi olmak gerekirse, ilk önce bu durumu biraz tuhaf karşıladık
hatta bize megalomanca geldi ancak sizi tanıdıkça ne kadar alçak gönüllü
olduğunuza da şahit olduk. Psikolojik – Gerilim türünün sıkı takipçilerinin de ülkemizden, dünya standartlarında kitap çıkmamasından çok şikâyetçi olduklarını gördük ve kendinize koyduğunuz bu hedefte ne kadar haklı olduğunuzu anladık. Sizce
neden Polisiye – Gerilim türünde, dünya standardında eser veren yazarlarımız
çıkmıyor?
Bu sorunun cevabını inanın ben de bilmiyorum. Mutlaka çok sağlam kalemlere sahibiz
ama yeteri kadar tanımıyor, o cevheri çıkarmak için yeteri kadar çaba göstermiyoruz. Belki, dünyanın en iyi polisiye gerilim romanı bir kitapçının en alt rafında okunmayı bekliyor. Ama biz yazarının adını dahi bilmiyoruz. Ben
böyle bir şeye inanıyor ya da inanmak istiyorum.
Dolayısıyla burada sorulması gereken asıl soru “Neden böyle yazarlarımız yok?” olmamalı.
“Uluslararası düzeyde başarılı olabilecek yazarlarımızı neden tanımıyor, bilmiyoruz?” olmalı. Aslında bu durum hayatın her alanında karşımıza çıkmıyor mu? Bilimde, teknolojide, edebiyatta, müzikte, sinemada… Bilim ve sanatın
yeteri kadar desteklenmediği ülkelerdeki ortak çıkmazlardan biridir bu. Sadece polisiye gerilim türüne özgü değil yani… Tabii ki istisnalar var. Dünyanın birçok ülkesinde müzikleri dinlenen, kitapları okunan, şarkıları söylenen,
ödüller alan sanatçılarımız ve önemli işlere imza atmış bilim adamlarımız var. İyi ki de varlar. Ama yetmez. Yetmemeli. Neden böyle olduğuna gelince, politik, kültürel, toplumsal ve ekonomik onlarca sebep sayılabilir. Ancak bunun nedenlerini araştırıp ortadan kaldırmak yazarların işi olmasa gerek…
Sanatın ve bilimin bir toplum için ne kadar önemli olduğu anlaşıldığında yazarlarımızın, özellikle de polisiye gerilim yazarlarımızın uluslararası platformda büyük başarılara imza atacaklarına inanıyorum.
Bir de aklımıza gelmişken “Psikolojik – Gerilim tarzı kitap yazarken tek kelime ile dünya ile bağlantımı kaybediyorum, kendimden geçiyorum.” Demişsiniz. Bunu bizim için biraz açar
mısınız 🙂
Akıl hastası bir katili yazarken elime satır alıp dışarı çıkmıyorum tabii… 🙂 Yazarken sonsuz derecede keyif alıyor, adeta yeni baştan kurduğum o dünyanın havasını soluyorum. Okurların da satırların ötesinden bunu hissedeceğini ve aynı keyfi alacağını biliyorum. Güzel olan da bu zaten: Mesafelerin birdenbire tükenmesi ve harflerden oluşan o gizemli köprünün üzerinden geçerek okuyucuyla aynı noktada buluşabilmek.
Daha ilk kitabınızda kendinize “dünya çapında eserlerle yarışacak düzeyde bir roman yazma” hedefini koymuşsunuz, aslında çok da iyi bir iş yapmışsınız, peki gerçek hayatta da rekabetçi bir
kişi misinizdir?
Hırs ve rekabet bana oldukça uzak kavramlar. Ama bir işi yaparken gereğinden fazla titiz çalışırım. Buna mükemmeliyetçilik de diyebilirsiniz. O an her ne yapıyorsam yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışırım. Tek rakibim yine benim anlayacağınız 🙂
Polisiye kitabınızdaki karakterleri nasıl seçtiniz?
Hepsi hayatın içinden karakterler. Aslında “Kuklacı” karakterler bakımından değil kurgu bakımından ön plana çıkan bir kitap. Karakterleri genel özellikleri dışında çok fazla mercek altına almadım. Vahşi ve tehlikeli bir oyunun içine
düştüğünde herkes ne hissederse onlar da aynı şeyi hissediyor. Hayatta kalmaya ve oyunun sonunu getirmeye çalışan insanlar. Ancak ikinci kitabımda durum biraz farklı… Karakterlerin ağırlığı yoğun bir şekilde hissediliyor.
“Kuklacı”nın kimliğini kitabın son sayfalarına kadar açık etmemek için oldukça emek harcamışsınız ve bunu da bir anlamda gerilimi sürdürmek için amaçladınız ancak Alfred Hitchcock da genelde filmlerinde katili hemen baştan izleyiciye verir ve bu durumun daha çok gerilim yarattığını söyler, sizin düşünceleriniz nedir?
Önemli olan hangi soruyu sorduğunuz ve bunu ne kadar ustaca yapabildiğiniz… Resmin tamamına bakmak lazım. Resim iyi değilse isterseniz son sayfaya, hatta son satıra kadar katili saklayın. Bir şey ifade etmez. Ama eğer o gerilimi okuyucuya yansıtabiliyorsanız, katili ilk cümlede söyleyin. Okuyucu “katil kim?” sorusunun değil bu kez
de başka bir sorunun peşine düşmüştür. Neden yaptı? Nasıl oldu da yakalanmadı? Ya da nasıl yakalandı?… gibi. Sorunuzu güzel hazırlayıp cevabınızı hikayenin bütününe yaymakta ne kadar iyiyseniz okuyucu da o kadar keyif alır. Kısaca, bir polisiye roman okuru her zaman gizem arar. Mesele bu duyguyu iyi verebilmekte…
Beğendiğiniz yazarlar ve sanatçılar kimdir?
O kadar çoklar ki… Vicdanlı bir adamım, o yüzden hak geçmesini istemem. Onlar kendilerini biliyorlar, deyip bu soruyu geçelim 🙂
Şaka bir yana hangi birini söylesem bilmiyorum. Steinbeck, Hasan Ali Toptaş, Oğuz Atay, Can Yücel, Jodi Picoult, Christophe Grange ilk aklıma gelenler.
Gerilim yazmayı seviyorsunuz peki ülkemizde sizi en çok gerilime sürükleyen olgular nedir?
Bu ülke, düşünen ve sorgulayan bir insan için fazlasıyla gerilim yüklü… Ama maalesef bu duygu, kitaplardaki gibi heyecan dolu ve keyifli bir gerilim değil. Can sıkıcı, iç karartıcı bir gerginlik. Çünkü gerçek! Gelir adaletsizliğinden tutun hak ve özgürlükler konusuna kadar canınızı sıkacak onlarca şey var. Toplumun dörtte üçü geçim derdiyle boğuşmakta. Yoksulluk hatta açlık sınırında yaşayan milyonlarca insan varken öğlen yemeğini Paris’te akşam yemeğini Londra’da yiyen ama bir türlü doymayan bir başka kesim de var. Farklı fikirlere tahammül çok az. “Kral çıplak!” demediğiniz sürece düşünce ve ifade özgürlüğünüz var.
Bana göre tüm bu sorunların temel nedeni olan en büyük sorun ise eğitimsizlik! Avrupa’da %21 olan kitap okuma oranı, bizde sadece on binde bir! Bu rakamlar bile gerilmek için tek başına yeter bence.
Anlayacağınız kral çıplak, hem de çırılçıplak…
Her mülaktımızda mutlaka sorduğumuz sorulardan biri de bir yazar olmanın en güzel yanı nedir? Size de yöneltsek bu soruyu…
Yepyeni dünyalar kurabilir beğenmediklerinizi de yıkabilirsiniz. Ve sizi sınırlayan tek şey hayal gücünüz… Bundan iyi ne olabilir ki?
“Kuklacı”nın yazım aşamasında yaklaşık 2,5 yıl, başka bir işte çalışmadan bu kitap üzerinde yoğunlaşmışsınız. Bu süreç nasıl geçti? Ailenizden veya arkadaşlarınızdan kendinizi bir nebze de olsa soyutlamak durumunda kaldınız mı? Eser verme süreci sancılı bir süreç mi?
Her sabah 7’de kalkıp akşam 7’ye kadar satırların arasında kaybolunca, insan zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor. Ama her şey istediğiniz gibi gitmiyor tabii. Sadece tek bir kelime için saatlerce, günlerce düşündüğüm olmuştur. Dış
çevreyle irtibatınız kesintiye uğrar. Soyutlar ve soyutlanırsınız. Ama o son noktayı koyduğunuz an yaşadığınız his tüm bunlara değecek kadar güzeldir.
Eğer derdiniz üretmekse, zor ve sıkıntılı bir süreci de göze almanız gerekir. Düşünsenize, yalnızca hayalinizde var olan, kimsenin görmediği hatta sizin bile emin olmadığınız bir hikayeyi elle tutulur gözle görülür hale getiriyorsunuz.
Önce bir hayal doğacak, sonra o hayal harflere ve sözcüklere dönüşecek, onlar birleşip cümleleri doğuracak ve nihayet dünyaya bir kitap gelecek. Kolay olmadığı muhakkak ancak bir o kadar da keyifli ve heyecan verici bir süreç. Ama sanırım bu sürecin sancısını benden çok eşim ve çocuklarım çekiyor. Ben kelimelerin arasına gömülmüş keyif ve heyecanla yol alırken onlar tek derdi kelimelermiş gibi davranan bir adama tahammül etmek zorunda kalıyor. Ne diyeyim… Onlara minnettarım.
Daha önce kitabı basılmamış bir yazar olarak, kitabınızın basım sürecinde zorluklar yaşadınız mı?
O dönem şans benden yanaydı galiba. O yüzden zorlanmadım açıkçası. Avrupa Yakası Yayınları’ndan editörüm İrfan Bülbül kitabı okuduğunu, sağ olsun beğendiğini ve basmak istediklerini söyledi. Bu işe tüccar gibi yaklaşmayanların olduğunu bilmek ümit verici…
Kitaplarını henüz yayımlatmayı başaramamış yazarlarımız için önerileriniz ne olurdu?
İşlerini ciddiye almalarını ve kendilerine karşı dürüst olmalarını öneririm.
Başucu olarak adlandırdığınız kitaplarınız var mıdır? Hangileridir?
Tekrar tekrar okuduğum ve muhtemelen yine dönüp okuyacağım üç kitap oldu hayatımda. Mario Puzo – Baba, John Steinbeck – Fareler ve İnsanlar, Oğuz Atay – Tutunamayanlar… Bu aralar başucu kitaplarım Can Yücel şiirleri ve Saklı Gerçeklik
Tanık olduğunuz en büyük suç neydi?
Bencillik!
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Hobileriniz nedir?
Gerilim ve bilim kurgu dizileri izlemekten keyif alırım. Gitar çalıp çocuklarımla vakit geçiririm.
Tahmin edeceğiniz üzere polisiyeseverler çok dikkatli olurlar ve kolay kolay dikkatlerinden pek birşey kaçmaz. Sizinle sohbet edeceğimizi söylediğimiz sevgili Süleyman Baş, bize, hemen sizin TRT’de, 2011 yılında bir mülakat verdiğinizi, keyifle dinlediğini ve sizin 2,3 ay içerisinde yeni bir kitap yayınlamayı düşündüğünüzü o zaman aktardığınızı belirtti. Kuklacı, bu türün sevelerinde, ikinci kitabınızın beklentisini yaratmış olmalı. Kitabınızı neden yayınlamayı geciktirdiniz diye sorabilir miyiz?
Röportajı verdiğim dönem üzerinde çalıştğım kitap bitmek üzereydi. Ancak tarz olarak polisiye gerilimden farklıydı. Fantastik diyebilirim. Polisiye gerilim tarzını bir süre daha devam ettirip daha sonra bu kitabı görücüye çıkarmaya karar verdim. Dolayısıyla ikinci ya da üçüncü kitaptan sonra bunun çıkmasının daha doğru olacağını düşündüm. Şu an yine polisiye gerilim türünde yazdığım son kitabımı bitirdim ve üç gün önce yayınevine teslim ettim. En kısa sürede çıkmış olur.
Peki, biz de sabırsızlıkla bekliyoruz. Burcunuz nedir ve burcunuzun özelliklerini taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Burcum balık ama inanın pek anlamam bu işlerden. Etrafımdakiler burcumun özelliklerini taşıdığımı söylerler ama.
Çocukken çok kitap okuduğunuzu duyduk 🙂 siz de aynı zamanda bir babasınız. Çocuklarınıza kitap okumayı aşılamak için neler yapıyorsunuz? Anne ve babalara çocuklarına kitap okumayı sevdirmek için düşen görevler nedir? Diğer babalara bu konuda ne gibi ipuçları verebilirsiniz?
Eğer bir evde anne baba kitap okuyorsa, o evin içinde romanlardan, öykülerden ve yazarlardan bahsediliyorsa çocuklar kesinlikle ama kesinlikle kitap okurlar. Hem de severek ve isteyerek… Kısaca kitap, günlük hayatın doğal bir parçası olmalı ve evin içinde yaşamalı. O evin bir bireyi gibi… Öncelikle anne ve babanın kitap okumayı sevmesi gerekiyor anlayacağınız. Eğer böyle değilse çocuğun şansı çok zor. Kitap okumak denen şeyin ne olduğunu bilmeyen bir çocuğun kitap okumayı sevmesi düşünülebilir mi? Örnek aldığı anne ve babası okumazken çocuktan bunu beklemek haksızlık değil mi?
Her çocuğun ilgisini çeken bir konu vardır. Arabalar, uzay, hayvanlar, doğa vs… Öncelikle çocuğunu tanımakla başlanmalı işe. Sonrasında ilgilendiği konuda yazılmış resimli kitaplar alınabilir. Arabalara meraklı bir çocuk, arabalar hakkında yazılmış kendi yaş grubuna hitap eden bir kitabı ya da dergiyi gördüğünde heyecan duyar. Sayfalarını karıştırır, okur, resimlerine bakar. Önemli olan o çocuğun kitapla, kelimelerle ve cümlelerle dostluk kurması. Bu bağ kurulduktan sonra hangi kitap olursa olsun onu ürkütmez. Zaman geçtikçe masallar, öyküler
ve hatta klasikler okumaya başladığını görürsünüz.
En beğendiğiniz kitap hangisidir?
Fareler ve İnsanlar
En beğendiğiniz film hangisidir?
Olağan Şüpheliler
Türk polisiyesi hakkında düşünceleriniz nedir?
Öncelikle Türk polisiye-gerilim yazarları ile ilgili önyargıların azaldığını görmek beni
mutlu ediyor. Bu alanda yazanların sayısı hızla artıyor. Okurlar, Türk yazarların bu alanda çok başarılı işler çıkarabileceğine inanmaya başladı. Önyargı kırıldıktan sonra gerisi gelir. Yeter ki düşünen ve üreten insanlar olsun.
Her konuğumuza, bir sonraki hafta görüşeceğimiz sıradaki yazara bir soru yöneltip yöneltmek istemediklerini soruyoruz. Önay Yılmaz’ın size sorusu: Yazma planı yaparken en çok zevk aldığınız
kısım, konu bulmak mı, kurguyu oluşturmak mı, yoksa karakterleri oturtmak mı?
Bunların arasında beni en çok heyecanlandıran ve en keyif aldığım kısım kurguyu oluşturma süreci.
Siz de gelecek hafta görüşeceğiz sıradaki polisiye yazarına bir soru yöneltmek ister misiniz?
Yazarken olduğunuzdan farklı bir ruh haline bürünür müsünüz? Yazarken genel olarak sizi
en iyi tanımlayan ruh hali nedir?
Peki bu soruyu mutlaka aktaracağız.
Talep olursa memnuniyetle…
Bize ve okuyucularımıza ayırdığınız zaman için teşekkür ederiz.
Yazar:
-
Turgut Şişman
-
Turgut Şişman, PolisiyeDurumlar.com ve Dedektifdergi.com sitelerinin kurucuları arasında yer aldı ve halen polisiyeseverlerin ilgi ile takip ettiği bu iki projede aktif olarak görev almaktadır. Çeşitli kitaplarda ve online platformlarda hikaye ve makaleleri yayınlanan Turgut Şişman, Polisiye Yazarlar Birliği üyesidir ve 2005 yılından bu yana İngiltere'de yaşamaktadır.
Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)
yorum