Polisiye kitap Kaçak - Ön okuma

Polisiye kitap Kaçak – Ön okuma

Polisiye kitap Kaçak, Başkomiser Tahsin macerası

Bir süredir internet üzerinden hikayelerle okuyucuya ulaşan Komiser Tahsin karakteri, önümüzdeki ay itibarıyla Kent Kitap bünyesinde çıkacak olan polisiye kitap “KAÇAK” ile basılı dünyaya ‘Merhaba’ diyecek. Kaçak’tan bir ön okumayı siz www.polisiyedurumlar.com okuyucularına iletmek istedik…

Kavurucu sıcaklarda klima hiçbir anlam ifade etmediğinden ötürü, arabamın sürücü camları olabildiğince açık bir şekilde ardı gelmeyecek gibi görünen otoyolda ilerliyordum. Yüzüme vuran güneşi amorti edebilmek için hızımı, daha doğrusu hızımdan dolayı kazandığım rüzgarı kullanıyordum.

Polisiye kitap Kaçak’a sahip olmak için tıklayın:

Başlangıç noktam Datça’ydı, varış noktam olan Bodrum Havaalanı’na ise az kalmıştı. GPS cihazında dört saati biraz aşkın olarak görünen mesafenin dörtte üçlük kısmını geride bırakmış bir konumdayken, koltuğumun yanındaki şişeden birkaç yudum su içtim. Terden kapanmak üzere olan gözkapaklarıma su serpmek isterken bir avucu biraz geçkince su, üstüme dökülüvermişti.

Beni ani fren yapmaya iten bir reflekse ayak uydururken, araba hafif yana doğru kaykılıvermişti. Kontrolü kaybetmeye başladığımı düşünerek paniğe kapılmış bir halde direksiyona iki elimle birden sarılmaya çalışırken halen sağ elimle tuttuğum su şişesi arabanın camına doğru fırlayıvermişti.
Şişenin içindeki su önce cama, camdan seken birkaç damla olmak da yüzüme sıçramıştı. Telaşla silecekleri çalıştırdıysam da suyun camın iç kısmında olduğunu birkaç saniye sonra anlamış ve silecekleri durdurmuştum. Tam ortada duran silecekler ve iç kısımdaki su yüzünden görüş alanım iyice azalmışken yana doğru dönmeye devam eden arabanın sağ arkasından tok bir çarpma sesi geldi ve araba durdu.
Bir iki dakikalık sersemlik seremonisinden sonra irkilerek el frenini çekip arabadan indim. Koşar adım arabanın arkasına doğru ilerlediğimde acı gerçekle karşılaştım: Yola devam etmem, en azından bu araçla, mümkün değildi. Yolun kenarındaki barikata tersten bodoslama dalmıştım ve tampon ile sağ arka tekerleğin arasına giren bir demir parçası hem arabanın “façasını” çizmiş hem de tekerleği yarmıştı. Canım sıkkın bir şekilde, arabanın bagajına yaslandım. Sanki yeterince üzülürsem saniyeleri geri alacak gibi hissediyordum kendimi ancak çocukken de işe yaramayan bu formül, 32 yaşımda da pek işe yarayacak gibi durmuyordu.
En nihayetinde girdiğim şok halinden sıyrılıp telefonuma uzanıp ekran kilidini açtığımda karşılamam gereken uçağa sadece bir buçuk saat kaldığını görüp içimden fakat içten bir küfür savurdum. İnternet bağlantısını açıp bulunduğum yere en yakın araba tamircisini aramaya başladım. İki dakika geçmemişti ki birisini bulmuştum. Birkaç dakika sonra ise lokasyon bazlı bir tarifte bulunup çekici getirmesi üzerine anlaşmıştım. Tamircinin dükkanı çok uzak değildi ancak çekiciyi bulması biraz zaman alacaktı.
Sorun değildi.
polisiye kitap kaçakGayri resmi bir görevde olduğum için resmi bir araç tahsis edemezdim ama mevkimden ötürü maddi ödeneğim vardı ve bu da yeni bir araç tahsis etme şansımı arttırıyordu. Sıcağın tam altında yanmaktansa, arabanın içinde oturarak pişmeyi tercih edip tekrar sürücü koltuğuna oturdum. Sıcak gittikçe şiddetini arttırırken cama püskürmüş su hızlıca kurumaya başlamıştı.
Su damlalarının cılız hareketlerle aşağıya inmelerini izlerken bir yandan saatime bakıyor ve uçağı nasıl olup da kaçırdığımı düşünüyordum. Havanın inceden kararmaya başladığını görünce kafamda kaba taslak bir hesap yaparak tamirciyi aradıktan sonraki bekleme sürecimin dört saati geçtiğini fark etmiştim! İçim geçmiş olmalıydı, sinirle telefona sarılmışken ileride farları pek de güçlü yanmayan ve ağır aksak ilerleyen büyük bir araç belirmişti. Tam içinde bulunduğum araçla aynı hizaya geldiğinde duraksadı ve içinden kara kuru, kirli sakallı ve saç kıran gibi bir hastalık sebebiyle olsa gerek saçları bölüm bölüm dökülmüş birisi kafasını uzattı.
– Abi, siz mi çekici çağırdınız?
Genel anlamda nüktedan bir kişiliğim olduğu söylenegelirdi. En kritik ve ölümcül toplantılarda bile ortamın gerginliğini azaltan esprilerin benden çıkması artık iş çevremde bir klasik halini almıştı. Ancak böyle bir durumda espri yapamayacaktım. Kafamı olumlu anlamda sallayıp araçtan indim.

Çekicinin şoförü de araçtan inip hasarlı bölgeye bakmak için yan koltuktan bir fener almış ve arkaya doğru ilerlemişti. Kısa bir an sonra, hasarın arkada olduğunu nasıl bildiğini düşünmeye başlamış ve peşinden gitmiştim.

Polisiye kitap Kaçak’ın önokuması devam ediyor
Arkaya vardığımda ise şoför yerinde yoktu.
Fener yerde, ışığıyla hasarlı bölgeye doğru bakacak şekilde, duruyordu.
– Bu nasıl bir şaka böyle kardeşim! diye bağırarak yere doğru uzandım ve feneri elime aldım.
Cevap gelmeyince biraz ürpermiştim. Yine de kararlı bir şekilde aracın arkasından dolanıp araçla bariyerler arasında kalan kısma bir göz attıysam da şoförü bulamadım. Uzaktan bir ses belirince gözlerimi kısıp yolun ilerisine baktığımda ufak çapta bir şok geçirmiştim: Birkaç dakika önce uzaktan belirmiş olan çekici, gene aynı yerden geliyordu.
Gayri ihtiyari bir şekilde birkaç dakika önce park ettiği yere baktığımda yolun sol kısmında çekiciden eser olmadığını gördüm ve şaşkınlığım birkaç doz daha arttı. Dudaklarımı yalayarak elimdeki fenere baktım. Gözlerimi kırpıp açtığımda hala elimde olması, şaşkınlığımı iyice tavan yaptırmıştı. Tuttuğum kısmı gözlerime yaklaştırdığımda silik bir şekilde “Osman” yazılı olduğunu görüp feneri kapattım. Bu esnada çekici, bir kez daha, aracın yanına yanaşmıştı.
Gene aynı adam şoför koltuğundan başını uzatmış bir şekilde aynı soruyu sordu: Çekiciyi ben mi çağırmıştım? Başımı tekrar salladım. Kocaman araçtan aşağıya bir çırpıda inip yanıma kadar geldiğinde üstünü başını yoklamaya başlamıştı. Elini alnına vurup bezgin bir sesle konuştu:
– Feneri araçta unuttum be abi! Hemen geliyorum!
Durmasını işaret edip elimdeki feneri gösterdim ve eline tutuşturuverdim. Sanki o fener büyük bir suç objesiydi ve ben delilleri temizlemesi için ona teslim ediyordum. Feneri yakarken hiç bozuntuya vermedi ancak ışık yandığında bir çığlık attı. O çığlık atınca ben de irkilip ufak şiddette bir küfür savurdum.
– Abi, bu benim fenerim! Üstünde adım bile yazıyor! Nereden buldun bunu?
Haydi bakalım, al başına belayı. İşler iyice sarpa sarıyordu.
– Senin değildir o, dikkatli bak.
– Yok abi, benim bu! Bak, ‘Osman’ yazıyor. Hafif silinmiş ama hala okunuyor. Osman. Benim o işte.
– Kardeşim, senin fenerin bende ne arasın? Git araçtan kendi fenerini bul getir, o zaman bana inanırsın belki!
Sert çıkışmamın ödülünü, adamın şaşkın bakışlarla araca gitmesiyle almıştım. Benden uzaklaştığı her salise, benim ürpertimi biraz azaltmaya yetmişti. Araca çıktı, birkaç saniye yan koltukta bir şey aradı ve sonra birden bire aşağı indi.
– Abi, haklıymışsın ama aynısı; bak!
Diğer elinde tuttuğu feneri de yakıp ikisini birden benim gözüme doğrultmuştu. Ellerimi yüzüme siper etmeye çalışırken hem uzaktan hem de yakından geliyormuşçasına bir uğultu duymaya başladım. Uğultudan ziyade, bir tıkırtı gibi…
Şiddet artarken irkildim ve güneşin tam da ön cepheden aracın içine girdiği bir konumda, ter revan içinde kalmış bir halde uyanmış buldum kendimi. Cama tıklatan meçhul adam tarafından uyandırılmışken şükran duyuyordum ancak gördüğüm rüyanın bende bıraktığı gergin hâl de bakiydi. Bu karmaşayla cama doğru dönmüşken, camdan bana bakan yüz her şeyi başa döndürdü resmen: Rüyamdaki saçkıran hastası şoförden başkası değildi bu!
Kendimi arabadan dışarı atıp kusmak istiyordum. Muhtemelen bunu yapamayacaktım zira uyuyakalıp otelin sabah kahvaltısını kaçırdığım için midem hemen hemen bomboştu. Öğürme güdüsüyle araçtan indim, şoförün endişeli bakışlarıyla yolun kenarına gidip öğürmeye başladım. Beklediğim gibi, hiçbir şey olmadı ancak biraz olsun nefes alış verişim düzene girmişti. Derin bir nefes alıp, şoföre döndüm.
– Abi, çekiciyi siz mi çağırmıştınız? Emin olamadım.
Başımı salladım ve aracın arkasını gösterdim. Adamcağız, beni bırakıp aracın arkasına gitme konusunda tereddüt yaşıyordu ki elimi gitmesi için şiddetle salladım ve başarılı da oldum. Ben kendime gelmişken, o da geri gelmişti. Hala yüzüne tam olarak bakamıyordum, yaşadığım anla rüyam birbirine girmek üzereydi. Gözlerimi hafifçe kısıp, bayılmamaya çalışarak adamın söylediklerini dinlemeye giriştim.
Aracı çekiciyle tamirhaneye götürüp orada onarabileceklerini fakat gideceğim bir yer varsa tanıdığı araba kiralama firmalarının olduğundan bahsediyordu. İşimi kolaylaştırmaya dönük hamleler önermesi, biraz olsun içimi rahatlatmıştı.
– Tamam Osman Bey, sizin dediğiniz gibi yaparız… diye homurdandım.
Cümlem bittiğinde kırdığım potu fark etmiştim, işin kötü tarafı; o da fark etmişti. Kaşının birisi havaya kalkmış bir şekilde bana bakmasından anlayabiliyordum bunu.
– İsmimi söylediğimi hatırlamıyorum, nasıl bildiniz?
İşin içinden nasıl sıyrılacağımı düşünürken çekicinin yanında bayağı bir yazı fontuyla abartılı bir şekilde yazılmış “Osman” yazısını gördüm ve yazıyı işaret ettim. Şoförde bir aydınlanma evresi yaşanırken ben de bu kadar kolay nasıl sıyrılabildiğime hayret etmekle beraber, mutlu olmuştum.
Yaklaşık yarım saat sonra, bir petrol istasyonunun hemen dibine mevzilenmiş tamirciye varmıştık. Aracın dikkatli bir şekilde indirildiğini izledikten ve tamirinin nasıl yapılacağının bana anlatılmasını dinledikten sonra çekicinin şoförünün yönlendirdiği araç kiralama firmasını aramış, bir araç istetmiştim. On dakika içinde iki araç birden gelince önce durumu anlayamasam da, benim kiraladığım aracı getiren şoförün şirkete geri dönmesi için ikinci bir aracın da gönderildiğini kısa sürede çözmüştüm.
Zeki bir insandım, çocukluğumdan beri dönem dönem hortlayan kabuslarım olmasa daha başarılı birisi olacağımı düşünmüştüm hep.
Kiraladığım aracı iki günlük ücretini ödeyip makbuzuyla teslim aldıktan sonra şahit olduğum tablo düşündüğüm gibi oldu: Bana verilen araçtan inen şoför, diğer araca bindi ve korna çalıp bir selam vererek tamircinin menzilinden uzaklaştılar.
Saatim, uçağın inmesine daha yarım saat olduğunu işaret ettiği için tarifsiz bir sevinçle aracın sürücü koltuğuna kuruluverdim. Benzin sinyalinin, benzin istasyonunun dibinde yanması şansımın döndüğünü kanıtlıyor gibiydi adeta. Hiç olmadığım kadar enerjik bir şekilde istasyona geçiş yaptım ve kurşunsuz benzin bölümünde durup içerideki görevlilere elimi salladım.
Görevli sallana sallana gelirken bile sinirim bozulmamıştı. Depoyu tam doldurmasını tembih ederek ödeme yapmak için içeri geçtim. Benzin istasyonlarının o çirkin albenisi beni sarmalayıvermişti içeri girer girmez.
Bir köşede uzun süredir o yağın içinde bekliyor oldukları ayan beyan ortada olan sosisler, bir diğer köşede ise belki de yıllardır oradan bir santim bile kımıldamamış olan patates cipsleri vardı. İşimi şansa bırakmayıp, sirkülasyonunun onlara nazaran daha fazla olduğunu düşündüğüm keklerden almayı tercih ettim. Kasaya ödeme yapmaya geldiğimde dışarıda bir patırtı koptu ve merakla dışarı bakmak üzereyken aynı patırtı kapıdan içeri de dalıvermişti! İki tane maskeli adam içeri girmiş, ellerindeki silahları kasada duran adama ve bana yöneltmişti. Göz ucuyla dışarı baktığımda dışarıda da iki tane maskeli adamın olduğunu ve birisinin araba tamircisine yönelirken diğerinin dışarıdaki görevliyi etkisiz hale getirip nöbet tuttuğunu fark ettim. Boğazım kurumuştu.
– Boşaltalım kasayı arkadaşım. Biraz çabuk olalım; malum, yolcu yolunda gerek! diye bağırarak kasadaki görevliye doğru daha seri bir şekilde salladı silahını maskelilerden birisi.
Kasadaki adamın sükuneti beni bile hayrete düşürmüştü. Oysa ben, oracıkta bayılacak durumdaydım. Tek istediğim günün bir an önce bitmesiydi… Silahlı adamın da sabrı zorlanmıştı, havaya bir el ateş etti ve tekrar bağırmaya başladı:
– Çabuk olmazsan ikinizi de gebertiriz! Gerizekalı herif!
Kasadaki adama doğru korku dolu bakışlarla bakarken baştan beri hiç konuşmamış olanı bana doğru yaklaştı ve sert bir şekilde beni tezgaha doğru yapıştırıverdi. Pantolonumun arka cebinde kabak gibi belli olan cüzdanımı bir çırpıda alıp içindeki paraları çıkartıp kendi cebine koyarken korktuğum oldu ve cüzdandaki kimlik bölümünü incelemeye başladı. Kısa bir süre sonra koşa koşa diğer maskelinin yanına gidip, hangisini gösterdiğine adım gibi emin olduğum bir kimliği göstererek bir şeyler fısıldadı. Beriki, kısa bir süre düşündükten sonra kafasını sallayarak söylediklerini onayladı. Bu esnada, kasanın boşaltılma işlemi sonlanmıştı. Kasadaki adam içini çekerek, bir poşete doldurduklarını soygunculara teslim etti.
Kimliğimi inceleyen, baskın bir karakteri olduğu ilk bakışta bile anlaşılan maskeli soyguncu (ki muhtemelen ekibin lideri de oydu) kolumdan sert bir şekilde tutup beni istasyonda bekleyen kamyonetlerine doğru sürüklemeye başlamıştı. Hipnotize olmuş gibi, tepki gösteremiyordum!
Kamyonetin başında nöbet tutan bir diğer maskeli, “Bu da nereden çıktı?” minvalinde bir el hareketi yaptı. Beni sürükleyen maskeli soyguncu ise cevap vermek yerine araba tamircisini soyan dördüncü maskeliye doğru seslenmeye başlamıştı. İsim kullanmamaları dikkatimi çekmekle beraber, sesleri hiç yabancı gelmiyordu.
Kısa sürede dördü de toplanmış, beni karga tulumba kamyonetin arkasına atarak istasyondan uzaklaşmaya başlamışlardı. Bense, hala sesimi çıkaramıyor; sadece süreci takip ediyordum. Televizyon başında oturmuş, bir soygun filmi izliyor gibiydim. Tek fark: Filmin rehinesi bendim.
Kamyonetin otoyola çıkıp, Bodrum yönüne doğru ilerlediğini anlamıştım. Soyguncular önce benzin istasyonundan ve araba tamircisinden çaldıkları paraları sessizce saymış ve birbirlerine söylemişti: Toplam beş bin liralık bir vurgundu.
En sonunda içlerinden birisi dayanamayıp sürücü koltuğunun yanında oturan ekip lideri olduğundan artık hiç şüphemin kalmadığı soyguncuya doğru seslendi:
– Bu adamı niye kaçırıyoruz? Planda bu yoktu!
Ön koltuktan geri doğru dönüp, maskenin ardındaki gözlerini önce bana sonra kendisine soru soran adama diken ekip lideri; elindeki cüzdanımı soyguncuya fırlattı. Soruyu soran soyguncu, hiç ses etmeden cüzdanımı açıp incelemeye başlamıştı ki birkaç saniye sonra bir ıslık öttürdü.
– Vay vay vay, Dışişleri Bakanlığı’nda müsteşarsın demek! Yaşın da pek genç ha, torpille falan mı girdin, ne yaptın?
Cevap vermedim. Cevap vermek, onları galeyana getirebilirdi. Susup başımı öne eğdim. Benim de merak ettiğim bir soruyu sordu bu kez ekip liderine:
– Peki bunun için fidye falan mı isteyeceğiz biz, ne yapacağız?
– Deli misin oğlum? Götümüzden kan alırlar! Sadece, en yakın bankamatiğe gideceğiz ve bu arkadaş banka hesabındaki tüm parayı çekip bize teslim edecek ki, serbest kalsın.
Banka hesabımdaki tüm para? Mümkün değildi. 45 milyarı aşkın bir birikim vardı; herhangi bir bankamatikten bu parayı çekmemin imkanı yoktu! Kesik bir kahkaha atıp bu durumu dile getirdim.
– O zaman, bankanın şube müdürünün yanına çıkıp paranı elden alırsın zeki çocuk!
Ekip liderinin neden lider olduğu, bu cümlesiyle bile anlaşılabiliyordu. Arka tarafta benimle birlikte duran iki maskelinin, benim sözlerimden sonra ümitsizliğe düşmesine rağmen lider konumundaki soyguncu hiç teklemeden bir çözüm üretivermişti.
– Abi, ben çok terledim. Maskelerimizi çıkartsak mı artık? diye sızlandı o ana dek hiç sesi çıkmamış olan dördüncü soyguncu.
Camları filmle kaplandığı için içi gözükmeyen kamyonette kısa bir beyin jimnastiği yapıldı. En sonunda benim gözümün bağlanmasına ve soyguncuların maskelerini çıkarmalarına karar verildi. Kısa sürede bu işlem gerçekleşmişti. Hafif yan yatmış bir biçimde, içten içe klimalı bir kamyonetle kaçırıldığıma şükrederek devam edecektim yola.
Bir müddet sonra dışarıdan garip bir korna ve peşinden ani bir fren sesi duyulduğunda bir süredir içimin geçtiğini fark ettim. Bu fark ediş, peşinden şiddetli bir sarsıntıyı getirmişti. Kamyonet kaza yapmış olmalıydı! Soyguncular birbirlerine seri komutlar yağdırarak kamyonetin arkasında uzun süredir zulaladıklarını tahmin ettiğim tüm parayı paylaşıp kamyonetten çıktılar.
Ben içeride kalmıştım.
Kesif bir yanık kokusu etrafı sarmaladığında, kamyonetin alev aldığını anlamıştım. Bir anda bastıran sıcağın sebebi de çözülmüştü. Rast gele hareket ederek kamyonetten çıkmak için debelenmeye başladım. Alevler her tarafı sarmış olmalıydı; sözde zeki takılan soyguncular gözlerimi bağlarken ellerimi de bağladıkları için hareket edemiyordum.

Bağırmaya başladım ancak ağzımı her açtığımda yanık kokuları burnuma ve ağzıma olanca yoğunluğuyla doluşuyordu. Nefesimin kesildiğini hayal meyal fark ettim. Tıkandım, öksürmeye başladım.Çok büyük bir patlama sesi duydum sonra.

Sağır edecek kadar çok.Polisiye kitap Kaçak önokuma

Yazar:

Turgut Şişman
Turgut Şişman
Turgut Şişman, PolisiyeDurumlar.com ve Dedektifdergi.com sitelerinin kurucuları arasında yer aldı ve halen polisiyeseverlerin ilgi ile takip ettiği bu iki projede aktif olarak görev almaktadır. Çeşitli kitaplarda ve online platformlarda hikaye ve makaleleri yayınlanan Turgut Şişman, Polisiye Yazarlar Birliği üyesidir ve 2005 yılından bu yana İngiltere'de yaşamaktadır.

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum