Nolan’ın Batman üçlemesinin ilk filmi olan ‘Batman Begins’ Bruce Wayne’nin çocukken kuyuya düşme sekansıyla başlar. Devamındaki hapishane sekansında, şu diyalog nasıl bir Batman izleyeceğimizin ilk ipucunu verir:
Hapishanedeki adam: Seninle dövüşecekler.
Wayne: Yine mi?
Hapishanedeki adam: Ta ki seni öldürene kadar.
O sırada tabak denilmeyecek kadar kirli çukur bir teneke parçasına bir kepçe sulu lapadan oluşan berbat kahvaltısını alan Bruce Wayne adama sorar:
Wayne: Beni kahvaltıdan önce öldürebilirler mi?
***
1966 yapımı Leslie H: Martinson’ın yönettiği ve The Catwoman, The Riddler, The Joker ve The Pinguin’i aynı anda bünyesinde barındıran eğlenceli Batman: The Movie filmini şöyle yumuşakça bir kenara ayırıyorum. İlk izlediğim Batman filmleri olan Tim Burton Batman’leri ilk gençlik yıllarıma denk gelir. Örneğin 1989 yapımı ‘Batman’de Michael Keaton ile Kim Bassinger arasındaki elektriği heyecanla izlemiş, Jack Nicholson’ın Joker’ine de aynı derecede hayranlık duymuşumdur.
Şu ana kadarki filmlerdeki Batman’leri, yönetmenlerini ve düşmanlarını (villain) oynayanları bir görelim bakalım:
Yıl-Film | Yönetmen | Aktör-Bruce Wayne/ Batman | Aktör/Aktris -Villain |
1966 Batman: The Movie | Leslie H: Martinson | Adam West | Frank Gorshin- The Riddler |
Cesar Romero- The Joker | |||
Burgess Meredith- The Penguin | |||
Lee Meriwether- The Catwoman | |||
1989 Batman | Tim Burton | Michael Keaton | Jack Nicholson –The Joker |
1992 Batman Returns | Tim Burton | Michael Keaton | Danny DeVito- Penguin |
Michelle Pfeiffer- Catwoman | |||
1995 Batman Forever | Joel Schumacher | Val Kilmer | Jim Carrey- The Riddler |
Tommy Lee Jones- Harvey Two-Face | |||
1997 Batman and Robin | Joel Schumacher | George Clooney | Uma Thurman- Poison Ivy |
Arnold Schwarzenegger- Mr. Freeze | |||
2005 Batman Begins | Christopher Nolan | Christian Bale | Liam Neeson- Ducard |
Cillian Murphy- Dr. Jonathan Crane | |||
2008 The Dark Knight | Christopher Nolan | Christian Bale | Heath Ledger-Joker |
Aaron Eckhart- Harvey Dent | |||
2012 The Dark Knight Rises | Christopher Nolan | Christian Bale | Tom Hardy -Bane |
Anne Hathaway- Selina Kyle | |||
2016 Batman v Superman | Zack Snyder | Ben Affleck | Henry Cavill- Superman |
Jesse Eisenberg- Lex Luthor | |||
(2019 Joker) | (Todd Philips) | (Joaquin Phoenix- Joker) | |
2022 The Batman | Matt Reeves | Robert Pattinson | Zoë Kravitz- Selina Kyle Paul Dano- The Riddler Colin Farrel- Oz, The Penguin John Turturro- Carmine Falcone |
İlk iki filmden sonra Keaton’ın yerini alan Val Kilmer da (bence) harika ve karizmatik bir Batman olmuştu. Bu filmde Jim Carrey’nin de harikalar yarattığını söylemeden geçmeyelim. George Clooney’nin Robin’li Batman’i maalesef benden kötü puan almıştır. Christian Bale’in Batman’lerini atlayıp Ironman’le Hulk karışımı devasa (sevimsiz) kostümünün içindeki Ben Affleck’i ne kadar sevmediğimi ve Batman v Superman filmindeki Lex Luthor karakterine ne kadar yazık ettiklerini kısaca belirteyim. Ne kadar sevmediğim hakkında başka da yorum yapmayacağım.
Buraları hızlıca geçtikten sonra gelelim Nolan üçlemesine… Belki Tom Hardy hayranlığımdan belki Marion Cotillard’ın oynadığı karakterin plot-twist’teki müthiş yeri yüzünden en sevdiğim film ‘The Dark Knight Rises’dır. The Dark Knight’taki muhteşem Joker karakteri ile ölümünden sonra Oscar’a aday gösterilip kazanan en genç aktör unvanını koruyan Heath Ledger’ı saygıyla anıyoruz elbet. Joaquin Phoenix’in Joker’in makyajsız yüzünü ve hüzünlü halini canlandırdığı 2019 yapımı bir spin-off olan Joker filmini de parantez içinde belirttim.
Burton’lı ve Scumacher’li ilk dört Batman’den sonra Nolan’ın, hikâyeyi, sadece eğlenceli yanlarını değil Gotham şehrinin karanlık köşelerini de gösterecek şekilde ele aldığını görüyoruz. Böylece Batman olmadan önceki Bruce Wayne karakterinin çektiği acıları, ailesini kaybedişindeki dramı iliklilerimizde hissedip, minik kulaklı maskesi ve siyah pelerini ile geceleri şövalyelik yaptığında yerimizden kımıldaman canı gönülden alkışlamak arzusu içine giriyoruz. Tabii ki bu üçlemede babacan bir şekilde Alfred’i canlandıran Michael Caine ve Wayne Industries elinden gitmek üzereyken ufak oyunlarla genç Bruce Wayne’in tekrar işinin başına geçmesini sağlayan Lucius Fox’u canlandıran Morgan Freeman’ın da payı büyük.
Batman Begins’de adından da anlaşılacağı üzere, Bruce’un çocukken ailesini kaybedişi, hayata küsüşü, Gotham’ı terk edişi ve atıldığı sonu bilinmez maceralarla yavaş yavaş Batman olma yolundaki felsefesini edinişini (bence) tüm ayrıntıları ve güzelliğiyle seyretmiştik. O yüzden Matt Reeves’in The Batman’ini beklerken Clarrise Loughrey’in The Independent’ta çıkan ‘The Batman Review: Robert Pattinson Goes emo in Matt Reeves’ detective noir’ başlıklı yazısında dediği gibi, Gotham’ın karanlık bir arka sokağında karı-koca Wayne’lerin ölümü ve yerlere saçılan bir inci kolye sahnesi görmeyi beklemiyorduk elbet. Artık Batman olmuş, olmayı içine sindirmiş ve meşhur futbol tabiriyle (caizse) artık önündeki maçlara bakan bir Batman bekliyorduk. Peki ne oldu?
Başka bir şehirde üniversite okuyan oğlum Metehan (18)’la telefonda konuşurken Batman’i izlemesini ama benim beğenmediğimi söyleyince henüz izlememiş ama hakkında yapılan yorumları okumuş olan oğlum “Anne bu sefer dedektif bir Batman var karşımızda. Biraz da bu açıdan bak bence,” dedi. İşte bu cümle yüzünden başlığı yazdım.
Loughrey yazısında Tha Batman’deki Bilmececi-The Riddler karakterini, gerçek olaylardan yola çıkılmış bir seri katil hikayesi olan 2007 yapımı Zodiac (David Fincher) filmindeki katile benzetmiş. Bu benzetme bile bana çok daha iyi dedektif filmleri seyrettim dedirtiyor.
Dedektifliğe açık açık soyunmuş olan The Batman’deki araba kovalamaca sahnesi dahil çoğu sahne karanlıkta çekilmiş. O yüzden neler olduğunu anlamakta güçlük çektim çoğu zaman izlerken. Selina Kyle rolünde Lenny Kravitz’in kızı olan Zoë Kravitz görüntü olarak harikalar yaratsa da karakterinin hikâyeye daha fazla katkısı olmalıydı diye düşünüyorum. Maskesini çıkardıktan sonra ‘panda’ gözleriyle bana Bruce Wayne’den çok Alice Cooper’ın gençlik yıllarındaki halini hatırlatan Robert Pattison’ın Batman’i o haliyle bütün o cinayetleri işleyen adam çıksaydı inanın filmin sonunda daha mutlu olurdum. Kahramanımız, kurtarması gereken şehri, önce o şehri böylesine kötü yönetenlerden kurtarmakla başlayarak kötü yola sapamaz mıydı? Neden olmasın’dı?
Filmin Burton filmleriyle Nolan filmleri arasında bir yerde olduğu yazılmışsa da ben puan olarak ikisinden çok daha aşağı bir yere koymak lazım diyorum. Burton’lar kadar eğlenceli değil, Nolan’lar kadar espri anlayışı yok, bilmececi’nin bilmeceleri –tabii ki- İngilizceden diğer dillere çevrildiğinde anlaşılması güç cümleler haline geliyor. Bence Loughrey’in noir ve emo tanımları doğru ama ben ‘melankolik Batman’ tanımı yapmak istiyorum. Hiç gülmeyen ve hiç espri yapmayan hiç hazırcevap da olmayan bir Batman’i anlatmak sıkıcı bir üç saat sürmüş. Üzülerek söylüyorum artık nette dizi veya filmleri x1.25 veya x1.5 hızla izleyebildiğimiz için filmi sinemada izlerken hızlandıramamak veya bilmeceler çıktığında durdurup okuyamamak benim için çok acı vericiydi.
Bu arada filmin bahsetmem gereken bir iyi oyunculuk örneği ve daha önce cast’e bakmadığım için benim için sürprizi John Turturro oldu. Başarılı bir Falcone tiplemesiydi ama dediğim gibi hikâyede Selina’yla çatıştıkları sahneler daha çarpıcı olsaydı daha etkili olurdu diye düşünüyorum.
O kadar karanlık cinayetler işlemiş olan The Riddler’ın sonunda öyle kolayca yakalanması, ki ben birkaç dakika boyunca yakalananın o olduğuna inanamadım, yok canım plot-twist’tir, katil başkası çıkacaktır diye boşuna ümitlendim, elinden gelen en büyük kötülüğün de şehirdeki patlamalarla sel felaketine sebebiyet vermesi olunca hayal kırıklığım doruk noktasına ulaştı. Beklentiyi büyük tuttukları için hüsran da o denli büyük oluyor sanırım.
Nolan, Batman’ler açısında çıtayı yükseltti derim hep. Ama artık çıtayı aya taşımış diyeceğim. Daha iyisi yapılana kadar en iyi Batman filmi The Dark Knight Rises’dır. Nokta.