Baba filmi / The Godfather

Baba filmi / The Godfather

İtalyan kökenli Amerikalı yazar Mario Puzo 1969 yılında The Godfather adında bir roman yazdı. Amerikan mafyasını anlatan roman, bütün dünyada büyük ilgi gördü ve kısa zamanda best seller oldu. Kitabın film haklarını satın alan Paramount, romanı sinemalaştırması için henüz 33 yaşında olan ve parlak bir kariyeri bulunmayan Francis Ford Coppola adlı genç bir yönetmenle anlaştı. Puzo’ya göre, klas bir yönetmen yerine Coppola’nın seçilme nedeni genç ve başarısız oluşundan başka bir şey değildi. Böylece şirket, onu istediği gibi kontrolü altında tutabileceğini hesaplamıştı.

Senaryo Puzo ve Coppola tarafından ortaklaşa yazıldı. Burada, Amerika’daki İtalyan kökenli Mafya örgütünün hikayesi anlatılıyordu. 1945 yılında başlayan öykü, örgüte mensup bir aile çevresinde gelişen ve tamamı nerdeyse şiddete dayalı ve yasadışı olan olayları konu edinmişti.

Daha yakından bakılırsa, film, bir mafya babasının öyküsüydü.

Don Vito Corleone, bir yandan kumar, şantaj ve benzeri yasadışı yollardan kazandığı servet, bir yandan sayısız politikacı, iş adamı, yargıç gibi saygın kişilerle edindiği dostluk sayesinde mafyanın önde gelen liderlerinden biridir. Don Corleone, büyük bir suç imparatorluğunu yönetse de ona büyük bir saygı duyan insanlar da vardır. Bu insanlar oldukça geniş bir çevre oluştururlar. Don Corleone onları, aralarında kan bağı olmadığı halde kendi ailesinden bir gibi görür. Her zaman onların dertleriyle ilgilenir, yardımlarına koşar. Kendisi gibi güçlü dört aileyle Amerikan yeraltı dünyasını sorunsuz yönetirlerken savaş sonrasında dengeler birden bozulur. Mafya, beyaz zehir işine girmek istemektedir. Don Corleone, aslında büyük paralar kazanabileceği bu işe sırf ahlaki nedenlerle girmek istemez. Bu da aileler arasında bir çatışmaya yol açar. Don Corleone’nin, bir mafya liderine yakışmayacak bir biçimde doğal nedenlerle ölmesi bu çatışmayı hızlandıracak, yalnızca güçlülerin ayakta kalabildiği yeraltı dünyasındaki bu savaşta kan gövdeyi götürecektir. Gerçek arkadaşlıklar, büyük ihanetler, komplolar, kıyımlarla dolu bir dünyanın, gangsterler dünyasının destansı bir anlatımıdır The Godfather.

Filmin başındaki uzun düğün sahnesi, bize hemen hemen bütün aile bireylerini tanıtır. Bu çok başarılı bölümde, kahramanlarımızın karakteri hakkında yeterince bilgiye sahip oluruz. Don Corleone’nin soğukkanlılığı ve gücü, aileye duyduğu sevgi, aile bireylerinin ona olan bağlılığı ve sadakati bu bölümde açıkça gözler önüne serilir. Gene bu ilk bölümde o eşsiz Nino Rota müziği eşliğinde Corleone ailesinin 3 oğlunu tanırız: Güçlü ve yakışıklı ama aklından çok duygularıyla hareket eden Ağabey Santino, ezik ve zayıf karalterli Fredo ve nihayet akıllı, soğukkanlı, kararlı ama aile işlerine hiç bulaşmamış ve bulaştırılması da istenmeyen en küçük kardeş Michael.

Michael’den beklenen senatör ve ilerde başkan olmasıdır. O da bu beklentilere uygun bir yaşam tarzı içindedir. İkinci Dünya Savaşı bitmiş, askerden terhis olmuş ve üzerindeki üniformayı çıkarmaya vakit bulamadan kız kardeşinin düğününe yetişmiştir. Kız arkadaşı Kay de yanındadır. Amacı hem ailesini Kay’e tanıtmak, hem de onu ailesiyle tanıştırmaktır.

Don Corleone bir yandan düğün hediyelerini kabul eder diğer yandan ofisinde kendisinden yardım isteyen konuklarının dertleriyle ilgilenir. Filmin açılış sahnesi olan bu bölümde Don Corleone’yi ilk kez görürüz. Marlon Brando’nun kişiliğinde hayat bulan bu ort yaşlı mafya babası, kucağındaki bir kediyi okşayan, yüzü hafif çarpık, kısık sesli bir adamdır. Filmin bu kült sahnesi, bir çok yönetmen tarafından kullanılmıştır. Özellikle komedi filmlerinde.

Manevi evladı olan şarkıcı Johnny Fontane’nin bir yapımcı ile arası açıktır. Fontane de Don Corleone’den kendisine yardımcı olmasını ister. Corleone, en sadık adamını yapımcıyla görüşmeye gönderir. Bu kişi, evlatlığı Tom Hagen’dir. Hagen, Don Corleone’nin hukuki işleriyle ilgilenir ve ailenin Sicilya kökenli olmayan tek elemanıdır. Hagen’in yapımcıyla görüşmesi başarısızlıkla sonuçlanır. Yapımcı, Fontane’ye Hollywood’da hiç kimsenin iş vermeyeceğini söyler. Adamın bütün kabalığına rağmen soğukkanlılığını koruyan Hagen sadece küçük bir uyarıda bulunarak saray yavrusu evden ayrılır. O gece, korkunç bir olay olacak ve yapımcı, Don Corleone’yi hafife almakla ne kadar büyük bir hata yaptığını anlayacaktır.

Düğünden hemen sonra yer alan bu sahne, Aile’nin gücünü ve şiddet kullanmadaki sınır tanımazlığını vermesi bakımından önemlidir. Ancak, romanda böyle bir bölüm yoktur. Senaryoya sonradan eklenmiştir. John Fontane karakteriyle asıl anlatılan kişinin Frank Sinatra olduğu söylenmişse de bu hiçbir zaman resmi olarak ifade edilmemiştir.

Olayların bundan sonraki gelişimi, işbirliğine yanaşmayan Don Corleone ve ailesinin diğer aileler tarafından güçsüzleştirilmesini anlatır. “Türk” lakaplı Sollozzo, Vito’ya uyuşturucu işine girmesini teklif eder. Don Corleone, uyuşturucunun pis bir iş olmasını gerekçe göstererek teklifi reddederken, siyaset ve sanayideki güçlü dostlarının bundan olumsuz etkileneceklerini de hesaba katmıştır. Bunun üzerine, Solozzo, Tataglia ailesiyle işbirliği yapar, NewYork polis şefi de bu ortaklığın içindedir.

Corleonelere karşı iki önemli suikast düzenlenir. Bunlardan birinde Don Corleone, sıradan bir günün akşamında evine giderken uğradığı manavda alıveriş yaptığı sırada suikastçilerin açtığı yaylım ateş sonunda vurulur. Yukardan yapılan çekimle etkisi artırılan bu sahnede, Baba’nın önce otomobilin üzerine savrulması sonra önüne doğru düşmesi, bu arada elindeki kese kağıdından saçılan portakalların etrafa dağılışı, Fredo’nun aciz bir biçimde elindeki tabancayı kullanamadan yere düşürmesi ve basamaklara oturup ağlaması filmin en unutulmaz bölümlerinden birini oluşturur.

Neyse ki, Don Corleone ağır yaralanmış ama ölmemiştir. Hastaneye kaldırılır. Ölmediğini öğrenen rakipleri, işlerini tamamlamak için hastaneye gelirler. Bu kez, Godfather, oğlu Micheal’in soğukkanlılığı ve aklı sayesinde düşmanlarının elinden kurtulmayı başarır. Oldukça gerilimli olan bu bölüm, Micheal’in cesareti ve liderlik vasıflarının yeniden izleyiciye yansıtılması bakımından önemlidir.

Diğer suikast ise büyük oğul Santino’ya düzenlenir. Burada yem olarak, kız kardeşi ve kocası kullanılır. Filmin başında düğünlerini izlediğimiz Connie ve Carlo’nun evliliği iyi gitmemekte, Carlo sık karısını dövmektedir. Kadın bunu abisine açıkladığında Santino çılgına döner ve Carlo’ya anladığı dilden cevap verir, Connie’ye bir daha dokunmaması için onu uyarır.

Bu arada Corleone ailesi Baba’ya kurulan bu tuzağın intikamını nasıl alacaklarını harıl harıl düşünmektedirler. Çözüm, hiç beklemedikleri birinden, Michael’dan gelir. Böylece en küçük oğul, istemeden de olsa, şartların zorunlu bir sonucu olarak aile işlerine gırtlağına kadar batar. Bu arada, kız arkadaşı Kay’in olup bitenlerden hiçbir haberi yoktur.

Aile, Sollozzo’la küçük bir restoranda görüşme ayarlar. Polis şefi de orada olacaktır. Görüşmeyi yapacak olan kişi Michael’dır. Silahsız olarak restorana gidecek, sonra daha önceden tuvalete gizlenmiş olan tabancayı alacak ve iki adamı vuracaktır. Plan başarılı bir biçimde uygulanır. Artık aileler arasındaki savaş zirveye ulaşmıştır.

Michael, cinayetten sonra Sicilya’ya gider. Aile, orada saklanmasını uygun görmüştür.

Bu bölüm, filmin tamamına göre kısa ama oldukça etkileyici sahnelerle doludur. Nino Rota’nın ünlü müziği Akdeniz’in bu sıcak adasının çarpıcı görüntülerine eşlik eder. İlginç olan şudur ki, filmle aynı adı taşıyan bu melodi, Baba 2 ve Baba 3 yapımlarında da yer almaz.

Michael ın, Babasının köyü Corleone’ye gitmesi, tepeye çıkarken yolda genç bir kızla karşılaşıp ona aşık olması, bu kez yerel gelenek ve göreneklerin egemen olduğu ikinci bir düğün sahnesi izlettirir bize.
Amerika’da ise, Tataglia ailesi harıl harıl Michael’i aramakla meşguldür. Sevgilisinden uzun süre haber alamayan Kay ise endişe içindedir. Defalarca aileyi ziyaret etmesine rağmen ona hiçbir açıklama yapılmaz.

Carlo ile Connie’nin yeni bir kavgası Santino’yu gene kızdırır. Santino bütün ikazlara aldırmadan arabasına biner ve Carlo’nun peşine düşer. Ancak bu bir tuzaktır, köprüden geçiş ücretini öderken Tataglia’nın adamları makinalı tüfekleriyle ortaya çıkarlar. Şiddetin görkemli bir biçimde verildiği bu sahnede, Santino feci biçimde kurşunlara hedef olur.

Don Corleone’nin oğlunun vurulduğunu öğrendiği ve cesedini gördüğü andaki tavırları, Marlon Brando açısından, uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir oyunculuk gösterisidir.

Michael abisinin ölümünü inanılmaz bir soğukkanlılıklakarşılar. Donuk bakışları, Marlon Brando’nunkinden daha aşağıda bir oyunculuk değildir.

Tataglia ailesi onun Sicilya’da olduğunu öğrenmiştir. Michael bulunduğu yeri terkedecek, başka bir köye gidecektir. Korumalarının davranışları onu kuşkulandırır. Evin balkonundan arabadaki karısına seslenmesine rağmen, onun motoru çalıştırmasına engel olamaz. Arabaya konan bomba büyük bir gürültüyle infilak eder. Bu şiddet sahnesiyle birlikte, Sicilya bölümü sona erer. Michael Amerika Birleşik Devletlerine geri döner.

Filmin bundan sonrası, Michael’in aile işlerini tam anlamıyla kontrol alması sürecidir. Kay’le evlenen Michael, “aile işleri”nin ne olduğunu karısına hiçbir zaman açıklamaz. En büyük desteği babasından görür. Don Corleone, bütün ailelerle görüşmüş, sınırlı olarak uyuşturucu işine girmeyi kabul etmiştir. Artık emekli olacak, yönetimi küçük oğluna bırakacaktır.

Michael’in radikal kararları, ailedeki iki büyük çete liderinin ve Tom Hagen’in tepkisini çekse de Don Corleone hepsini yatıştıracak ve Michael’a itaat etmelerini isteyecektir. Kısa bir süre sonra yaşlı adam evinin bahçesinde, torunuyla oynarken ölür.

Öykü, genç Corleone’nin tüm düşman aileleri ortadan kaldırdıktan sonra, gücünü herkese kabul ettirdiğini simgeleyen unutulmaz final sahnesiyle sona erer. Bu sahne Kay’in bakış açısından verilir. Michael adamlarıyla çalışma odasındadır. Kay ise dışarda, holdedir. Göz ucuyla kocasına bakmakta, neler konuşulduğunu duymaya çalışmaktadır. Michael’in işaretiyle kapı yavaşça kapatılırken adamları onun elini öpmek için sıraya girmişlerdir. Kay’in belli belirsiz görebildiği son görüntü budur.

Çevrildiği 1972 yılına göre oldukça cüretkar şiddet sahneleri içeren film, 11 dalda Oscar’a aday olmasına rağmen, üçünü kazanabildi. Marlon Brando’ya verilen en iyi erkek oyuncu ödülünden başka, en iyi film ve en iyi uyarlama senaryo ödülleri. Ancak, Marlon Brando Amerikan hükümetinin ve Hollywood’un kızılderililere karşı yaptığı ayrımcılığı protesto amacıyla ödülü reddetti. Bir bakıma, Marlon Brando’nun filme büyük bir damga vurduğu söylenebilir. Film bir anlamda baştan sona onun oyun gücünün bir resitali gibidir. Sıra dışı makyajı, ustalıkla değiştirdiği sesi ve büründüğü karakteri en ince ayrıntılarına kadar işlemesi uzun süre hafızalardan çıkmayacak bir oyun gücü sergilemesine yol açmıştır.

Michael rolü için yapımcı şirket Sylvester Stallone’yi önerir. Yönetmen Coppola ise Al Pacino’yu tercih eder. Onun iyi bir rol çıkaracağına emindir, nitekim yanılmaz. Al Pacino, kariyerine parlak bir başlangıç yapar.

Aslına bakarsanız, bu iki oyuncunun öne çıkmasına rağmen, diğer sanatçılar da mükemmel bir oyun çıkarırlar. Oynadıkları rolün hakkını verirler.

Film orta seviyedeki birbütçeyle çekilir. Bunun nedeni, yapımcı şirketin yönetmene fazla güvenmediği için, harcama yapmaktan çekinmesidir. Ancak sonuç olağanüstü olur. Alı milyon dolara mal olan film, yapımcısına bütün dünyada 250 milyon doların üzerinde bir kazanç sağlar.

Birçokları gibi biz de bu filmin bir başyapıt olduğunu düşünüyoruz. Bütün büyük klasik eserlerde olduğu gibi burada aslında basit bir öykü anlatılıyor. Tıpkı bir Yunan trajedyasına benzer biçimde, yaşlı bir Kral ve üç oğlu var karşımızda. Karizmatik ve yaşlı Kral, krallığını güçlü ve deneyimli olan en büyük oğluna bırakma niyetindedir. Ancak, cesaret, çabuk ve doğru karar verebilme, soğukkanlılık gibi asıl liderlik vasıfları küçük oğlandadır. Ve bunlar, zaman içinde ortaya çıkacak, ağabeyin aslında beklenen ölümünden sonra, küçük kardeş tam bir lidere dönüşecek ve Kral olacaktır.

Film, gerçekten de Michael Corleone’nin büyük dönüşümünün hikayesidir. Genç, vurdum duymaz ve neşeli Michael, ailenin okumuş tek üyesi, süreç içinde yavaş yavaş, duygusuz, acımasız, sert, ve akıllı bir çete reisine dönüşür. Bunun dönüşme mi, yoksa var olanın uygun ortamda kendini ortaya koyması mı oduğu da pek belli değildir. Çünkü, karakterinin farklılığını, olayları yaşadıkça Michael de algılar ama hiç şaşırmaz. Örneğin hastanede babasını korumak için yaptığı müdahaleler, kendisinden beklenmeyecek davranışlardır. Aile üyeleri onu kutlarken, Mihael’in tepkisi neredeyse sıfırdır. Seyircinin yüreğini hoplatan eylemleri, sanki sıradan işlerdir.

Aynı durum, soğukkanlılıkla lokantada işlediği cinayette de görülür. Ağabeyinin ölüm haberini aldığındaysa artık içi iyice katılaşmışır. O günden sonra zaten acıma duygusunu yüreğinden siler atar. Bu nedenle eniştesini öldürttüğünde,ablasının çığlıklarına ve isyanına karşı koyacak kadar güçlüdür.

Film, Michael’ın “Baba” olarak onaylanmasıyla sona erer. Seyirci de küçük oğul’un artık tamamen Don Corleone’yi aratmayacak bir biçimde onun yerine geçtiğini hisseder. Kuşkusuz bu etkinin yaratılmasında Al Pacino’nun olağanüstü oyununun katkısı inkar edilemez. Ancak filmin neredeyse 3 saat boyunca bu sonucu ilmik ilmik örerek hazırladığını da unutmamak gerekir.

Baba, sinema tarihinin en önemli filmi. Defalarca seyredilmesi gereken, her seyredişte farklı hazların alınacağı, değişik keşiflerin yapılacağı, çarpıcı ayrıntıların yakalanacağı bir film. Dekorları, kostümleri, müziği, öyküsü, kurgusu ve oyuncularıyla tam bir baş yapıt.

Amerika’nın en gizli yönlerinden birine dikkat çeken, yasadışı sermaye birikiminin güç ve şiddet içeren dünyasını, görsel bir şölenle destansı bir havada anlatan, unutulmaz replikleri ve sahneleriyle çoktan kült olmuş tüm zamanların en iyi filmi.

 

Yazar:

Gencoy Sümer
Gencoy Sümer: Zonguldak doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. Polisiye Durumlar sitesini kurdu. Halen yayınlanmakta olan Dedektif adlı polisiye e-dergiyi çıkardı. Hem bu dergide hem de Polisiye Durumlar’da birçok öykü ve makalesi yer aldı. İlk romanı Feneryolu Cinayetleri 2017’de yayınlandı ve 2019’da ikinci, 2020’de üçüncü baskısını yaptı. 2019’da yayınlanan Aile Sırrı ve Göl Kıyısındaki Ev adlı kitapları da olan yazar İngiltere’de yaşıyor.

Yorum yaparken lütfen hikaye ya da filmlerin konusunu açık etmeyin ki her okuyan sizle aynı zevki alabilsin ;)

yorum