Genç polis “eğer hakikaten bu meseleyi çözdüyseniz hayatımda tanıdığım en zeki insansınız demektir,” dedi. “Tüm teşkilatın kahramanı olacaksınız.”
“Estağfurullah” diye yanıtladı dedektif. “Bence hayalet hepimizden daha zeki… Sahne onun sahnesi. Biz ise sadece seyirciydik. En azından şimdiye kadar…” Cebinden çıkardığı USB’yi, Akif Doğubey’e verdi. “Evde bilgisayar var mı?”
“Tabi, Asım içeriden laptopu getirir misin yavrum?” Sarışın polis koşturarak içeri geçince babası, “ben eski kafalı bir insanım” dedi arkasından. “Bu yüzden onun yanında söylemeye utanıyorum ama evlatlarım içinde en çok gurur duyduğum Asım’dır. Bunu sadece polis olduğu için söylemiyorum. Tabi başarılı bir polis olması da koltuklarımı kabartıyor, o ayrı. Üstelik her ne kadar bir tanesi sırra kadem basmış olsa da hırsızlardan diğerini öldürmüş olması onun kariyerinde çok önemli bir basamak teşkil ediyor. Yıllar geçse de bu başarısı payidar kalacak.”
Dedektif, “oğlunuzla çok fazla tanışma fırsatı bulamadım ama mesleğinde başarılı biri olduğundan hiç şüphem yok” dedi sigarasını yakarak. Komiser de bu hamleye aynı şekilde karşılık verdi. “Demek sonunda hayaletin numarasını çözdünüz.”
“Tabi. Üstelik kimliğini de ifşa edebileceğimi sanıyorum.”
“Sahi mi?” Komiserin heyecanı dedektiften fazlaydı. “Beni aldatmıyorsunuz değil mi?”
“Aldatsaydım çok kızar mıydınız?”
Bu garip soru muhatabında hak ettiği bakışları buldu. “Ne demek istiyorsunuz?” dedi kaşlarını çatan komiser sert bir sesle. “Tabi kızardım. Bu da soru mu?”
“Siz beni boş verin” diyen dedektifin yüzünde bastırmaya çalıştığı bir heyecan olduğu belli oluyordu. İçeriden elinde laptopla gelen delikanlıyı görünce “onu şuraya bırakır mısınız?” dedi masanın üstünü işaret ederek. Genç adam denileni yaptı. “İkinize de hayaletin nasıl kaybolduğunu ve kimliğini açıklayacağım şimdi,” dedi dedektif. “Böylece bu hırsızı yaka paça emniyete teslim edecek, belki de terfi alacaksınız.”
İki resmi görevli de ellerini ovuşturdu. Çocuklar gibi sevinçliydiler. “Bize bu iyiliği yaparsanız” dedi yaşlı olanı. “Dileyin benden ne dilerseniz.”
“Sözünüzü unutmayın” dedi dedektif tebessümle. Ardından USB’yi laptopa takıp içindeki görüntüyü açtı. Bu, bakkalın güvenlik kamerasının sabah altı ile yedi arası çektiği görüntülerdi. Dedektif görüntüyü hızlıca ileri sardı. “İşte ben geldim,” dedi sırıtarak. “Bakın kuyumcunun kapısı önünde kameraya el sallıyorum.” Komiser ve oğlu şaşkın şaşkın dedektife baktılar. “Bakın şimdi de kadrajdan çıkıp inşaat tarafına doğru gidiyorum,” dedi dedektif. Az sonra görüntüden tamamen çıktı. Pause tuşuna basarak görüntüyü durdurdu. “Şimdilik bunu bir tarafa bırakayım ve sabırsızca beklediğiniz olayın içyüzünü anlatayım.”
Yüzünü göstermeye başlayan öğlen güneşinin ışıkları perdenin altından ince ince odaya sızıyordu. Dedektif külü üzerinde birikmiş sigarasını parmaklarının arasında kavradı. “Her şey zeki bir hırsızın kafasında başladı,” dedi gırtlaktan gelen bir sesle. “Bu şeytani zekâya sahip hayalet olmanın yolunu bulmuştu. Bu sayede çeşitli semtlerde pek çok soygun yaptı. Bir de arkadaşı vardı tabi. O kendisi gibi görünmez olamıyordu gerçi ama ikisi de her zaman bir şekilde yakayı sıyırmayı başarıyorlardı. Basit olduğu kadar harika bir planları vardı. Ve şimdiye kadar hep işlemişti. Ne var ki zeki hırsız bu planı biraz daha karmaşık hale getirmek istiyordu. Aslında bir bakıma buna mecbur kalmıştı. Zira artık çalınan malları paylaşmak niyetinde değildi. Son bir vurgun yapacak, parsayı tek başına toplayıp hayatına normal bir vatandaş olarak devam edecekti. İşleri daha fazla zora sokmadan hayalet efsanesinin sonunu getirmeliydi artık. Fakat numarayı tek başına yapamazdı. Bu yüzden ortağına bir mektup yazdı. Ona hazine avından bahsetti. Üstelik kamera ve alarm sistemi bulunmadığını da ekleyerek, plana balıklama atlamasını sağlamış oldu. Tahminlerime göre soygun planını ona şöyle anlattı. Beraber dükkana girecekler ve polis gelene kadar soyguna devam ettikten sonra tıpkı eskiden olduğu gibi hırsız sokağın diğer tarafına kaçarken hayalet de elinde altın ve silahlarla kaybolma numarasını yapacaktı. Bu numaranın ne olduğunu az sonra öğreneceksiniz. Evet, hayalet arkadaşına planının bu olduğunu söyledi. Oysa gerçek planı bambaşkaydı. Kendi planına göre arkadaşı yem olacaktı. Böylece hem çalınan altınlara tek başına sahip olacak hem de hayalet numarasını bilen tek kişiyi de ortadan kaldırmış olacaktı. Zira hırsız daha sonra kendisini bu numarayı açıklamakla tehdit edebilirdi. İşte bu yüzden hayalet ona sokağın çıkmaz olduğunu bilgisini vermedi ve yine bu yüzden mektubunda yanında silah getirmesini ısrarla belirtti. Burası çok önemli! Soyacakları dükkânda kendilerine karşı koyacak kimse olmayacaktı. Polisle çatışmak gibi riskli bir işe de girişmeyecekleri açıktı zira arkadaşının kabul etmeyeceği korkusuyla dükkânda alarm sistemi olmadığından bile bahsettiğine göre, diğer hırsız bu tarz sorunlu işlere giren bir tip değildi. Buna rağmen ondan silahını yanında getirmesini istedi. Zira silahın soygunda çok önemli bir yeri vardı. Bunun sebebini de ilerleyen dakikalarda anlayacaksınız.
Şimdi size soygun gecesini bizim kameralardan gördüğümüz kadarıyla anlatacağım: İki kişi kuyumcuya giriyor. Bir polis peşlerinden dükkana giriyor, hırsızlardan biri dışarı çıkmayı başarıyor, eli silahlı polis onu kovalıyor. Polis kadraja yeniden girdiğinde ise kuyumcu dükkânı önünde içeri sesleniyor ve az sonra gelen ekiplerle birlikte içeri giriyor. Kuyumcuda kimse bulunmuyor. Tastamam böyle değil mi?”
“Evet, aynen anlattığınız gibi” dedi Akif başını sallayarak.
“Şimdi de o esnada arka planda neler olduğunu anlatayım. İki maskeli soyguncu kuyumcunun kapısının önünde bitiyor. Polis adamlar daha dükkana girmeden sokağın başından onları fark ediyor. Hayaletin planına göre er veya geç bu zaten olacaktı. Fakat bu kez içeride yakalanmışlardı. Bu yüzden hırsız bir el ateş edip vitrin camından kaçmayı başarıyor. Fakat kaçtığı taraftaki inşaat önüne bir duvar gibi çıkıyor. Bizim zavallı hırsız, önündeki tahta setle karşılaştığında kim bilir kafasından neler geçirdi! Hayaletin kendisini sattığını anlamıştı anlamasına ama artık çok geç kalmıştı. O sokakta can verirken bizim hayalet o sırada kaybolma numarasına başlamıştı bile.
İşte bu sabah bilgisayar ekranında görüntüleri izlerken kurduğum teori böyleydi. Bazı bölümleri halen geçerli… Söz gelimi hayaletin, biri arkadaşını kandırmak üzere, hazırladığı iki planı olduğu gibi… Fakat en önemli soru halen açıklık kazanmamıştı. Hayalet hangi ara ve nasıl kaybolmuştu?
Ardından sabah gün ağarmadan zihnim tüm eksik parçaları bir araya getirmeyi başladı. Hayaletin arkadaşına yazdığı mektubu yeniden inceledim ve kamera görüntülerine tekrar tekrar baktım. İşte o zaman beni dehşete düşüren gerçekle karşılaştım. Polisin eline geçmiş bir koz olarak değerlendirdiği görüntüler hakikatte tam tersiydi. Kamera polisi tuzağa düşürmek için kasıtlı olarak kullanılmış, her nokta adeta bir sinema sahnesindeymişçesine kamera önünde dikkatle oynanmıştı. Görüntüler gerçeğin sadece bir kısmını bize sunarken, en can alıcı noktayı gözden kaçırmamıza neden oluyordu.”
“Kuyumcunun sağ tarafına düşen pencereyi kast ediyorsunuz sanırım,” diye atıldı komiser. “Size bunun mümkün olmadığını söylemiştim.”
“Aaa hayır.” Dedektif elini sert bir hareketle havaya kaldırdı. “Tabi pencerenin da bu oyunda çok büyük bir önemi vardı. Ama gözden kaçan en önemli noktadan kastım pencere değildi.” Kendi kendine yarılanan sigaranın külünü silkeledi. Masanın üzerindeki laptopu önüne çekerek görüntüyü geriye aldı. “Şunu tekrar izleyin,” dedi ekranı baba-oğula çevirerek. Görüntü akmaya başladı. Dedektif önce kuyumcunun önüne geliyor dükkânın kamerasına el sallıyordu. Ardından inşaat tarafına doğru ilerleyerek çerçeveden çıkıyordu. On saniye sonra ise yeniden çerçeveye giriyordu. Fakat yine sokağın giriş tarafından…
“Fakat nasıl olur,” dedi komiser gözlerine inanamayarak. “Az önce sokağın inşaata doğru olan tarafına geçmiştiniz. Nasıl kameraya görünmeden tekrar bu tarafta belirdiniz.”
“Çok basit” dedi dedektif. “Hayaletin taktiğini uyguladım.” Parmağını çenesine yaslayarak karşısındaki şaşkın yüzleri keyifle izledi. “Şimdi size tüm gerçekleri anlatacağım. Lütfen sözümü hiç kesmeden bitirmemi bekleyin.” Yüz ifadesi bir anda sertleşti. Donuk bakışlarını boşluğa dikerek bıyığını düzeltti. “Bu olayı çözerken basit bir mantık kaidesinden yararlandım: Tertium non datur! Üçüncü yol yok!
Kuyumcuya iki kişi girmiş tek kişi çıkmıştı. Polis kuyumcuya girip her tarafı araştırdığına göre, ikinci adam nereden kaçmıştı? Tabi ki pencereden… Zira kameranın açısı o bölgeyi içine almıyordu. Peki, ne zaman? Polis gelmeden hemen önce pencereden dışarı çıkmış olabilir miydi? Ama o zaman polise görünürdü. Polisin hırsızın peşinden kovalamasını fırsat bilerek sıvıştığını varsayalım. O halde kameraya nasıl görünmemişti? Görüyorsunuz, hayaletin etrafındaki ağ o kadar dardı ki adamın bu şartlar altında yok olması aklımı büsbütün karıştırıyordu. Sonra aklıma bakkalın güvenlik kamerası geldi. Bunun kuyumcuya göre ayarlandığı için yüksekte kaldığını biliyorduk. Yani kamera kendi önündeki yer seviyesini kadrajına alamıyordu. O halde hayalet dükkânın pencere tarafından dışarı çıkar ve sokağın karşısına doğru koşturup bakkalın önünde yüzüstü yere yatarsa… Evet, tıpkı eğitimdeki askerler gibi yerde sürüye sürüye kameranın altından geçip karşıya geçebilirdi. Tıpkı benim bu sabah yaptığım gibi. Ama bu kez de polise yakalanmaz mıydı? Tüm bu meseleleri aynı anda çözüme ulaştırmak için ofiste saatlerce düşündüm. Ve işte o zaman her şeyin gözümüzün önünde cereyan etmesine rağmen neden hiçbir şey göremediğimizi anladım. Bunu daha önce göremediğim için kendime o kadar kızdım ki mümkün olsa kafamı tekmeleyecektim.
Şimdi görüntüleri üçümüz de ezbere biliyoruz. Bu yüzden tekrar izlememize gerek yok sanırım. Fakat ihtiyaç duyarsanız bakabilirsiniz. USB’nin içinde soygunun görüntüleri de var. Hayalet arkadaşı ile birlikte içeri giriyor. Üzerlerinde kalın siyah ceket ve altlarında yine siyah pantolon var. Yüzleri maskeli ve elleri eldivenli… Klasik hırsız kreasyonu… İçeri girince ne yaptıklarını karanlıkta seçemiyoruz. Ama tahmin edebiliyoruz. Hırsız altınları poşete dolduruyor. Hayalet ise planını uygulamaya girişiyor. Bu esnada oğlunuz Asıf ise yanlarına doğru ilerliyor. İfadesi böyle. Fakat nedense sokağın başından kuyumcuya, ki arada yüz metreden az mesafe var, gitmesi yarım dakikasını alıyor. Görüntüleri defalarca izledim. Hatta saat tuttum. Tam otuz saniye! Nasıl oluyor da hırsızları iş üstünde yakalayan bir polis kısa bir mesafeyi bu kadar uzun zamanda kat ediyor. O bunu korkmuş olmasıyla açıklıyor. Aslında görüntüler de onu destekliyor. Zira kameranın açısına girince görüyoruz ki ayağını sürüye sürüye son derece temkinli bir şekilde hareket ediyor. İçeride iki muhtemel silahlı hırsızın yanına giden bir polisin körlemesine koşmasını kimse bekleyemez tabi. Zaten beni de uzun süre aldatan bu oldu. Fakat kaydı tekrar izleyince görüntüler oğlunuzun yakayı ele vermesine neden oldu. Zira bu tamamen sahte bir sahneydi. Oğlunuz kameranın açısına girene kadar o kadar çok koşmak zorunda kalmıştı ki kuyumcunun önünde nefes nefeseydi. İsterseniz görüntüyü tekrar izleyin. Bana hak vereceksiniz.
Evet genç polis memuru Asım kadraja girene kadar koşuşturuyor. Sonra birden yavaşlayarak, sanki saniyeler sonra olay yerine gelmesinin sebebinin aşırı ihtiyatı olduğu intibaını bizde uyandırıyor. Neden? Çünkü zamana ihtiyacı vardı ve bunu ancak bu şekilde temin edebilirdi. O otuz saniye içinde o kadar çok şey yaptı ki!”
Komiser Akif oğluna bakarak kaşlarını çattı. Hala olayın tam olarak ne olduğunu anlamamıştı. Genç polis ise yüzünde sabit bir alayla dedektifi inceliyordu. Kollarını göğsünde birleştirerek derin derin nefes alıp verdi. Tek ayağı üstüne yaslanarak dudağındaki gülümsemeyi muhafaza etmeye çalıştı. Fakat yüzündeki seğirmeye engel olamıyordu.
“İlerliyoruz değil mi?” dedi dedektif sinsi bir gülümsemeyle. “Olayın iki yönünü birden anlatmaya çalışıyorum size. Bir yanda genç polis Asım’ın sahnesi diğer yanda hayalet… Asım’ın hikâyesine kaldığımız yerden devam edelim. Elinde silahıyla kuyumcuya giriyor. O esnada hırsız silahını ateşliyor. Gerçi güvenlik kamerasında ses yok tabi fakat cam aşağı iniyor. Tabi bu da mizansenin bir başka parçası… Aslında hırsızın polisi öldürmek gibi bir amacı yok. O sadece camı kırmak istiyor. Zira böylece kırılan vitrin camının arasından kaçarak polisi sözde faka bastıracaktı. Zavallı ahmak hırsız hayaletin plana sadık kalmayacağını nereden bilebilirdi. Hırsız dışarı fırlayınca inşaat tarafına koştu. Tuzağa düşürüldüğünü anladı ama artık çok geçti. Arkasını döner dönmez kafasına kurşunu yedi. Polis onun arkasını dönmesini bekledi ki kaçarken vurduğu anlaşılmasın. Ayrıca yanında silahını getirmesi gerekiyordu ki daha sonra savunmasında adamın üzerinde silah olduğunu düşündüğü için vurduğunu söyleyerek meşrulaştırabilsin. Oysa plana göre adam silahı kuyumcudan dışarı çıkarmayacaktı bile! Ve çıkarmadı da… Zavallı adam silahın sadece kuyumcudan çıkmak için bir yol olarak planlandığını sanmıştı. Çehovvari bir şekilde silah sahnede görünecek ve patlayacaktı. İşte hırsızın yanında getirmesini istediği silahın önemi…
“Anlayamıyorum” dedi komiser bir oğluna bir dedektife bakarak. Sanki tarafını seçmeye çabalıyordu. “Kafam allak bullak oldu. Asım’ın da bu planın içinde olduğunu ima ediyorsunuz sanırım. Ama hayaletten hiç bahsetmediniz. Oğlumun hayaletin kameranın önünde yerde sürünerek kaçmasına göz yumduğunu söylemeyeceksiniz sanırım. Öyle olsaydı diğer hırsız polisle hayaletin iş birliği yaptıklarını anlamaz mıydı?”
“Hala anlamadınız mı?” dedi dedektif karşısında kıvranana adama acır gözlerle bakarak. “Hayalet oğlunuzun ta kendisiydi!” Komiser nutku tutulmuş biçimde ağzı açık kaldı. Bir anda boşalan sinirleriyle sendeledi. Elini koltuğun kenarına yaslayarak yüzünü yere eğdi. Dedektif ihtiyarın bu kötü anında bile görevine devam etmek zorunda olduğunu hissetti.
“Ortada hayalet filan yok! Oğlunuz ve onun hırsız arkadaşı kuyumcuya birlikte giriyorlar. Daha sonra hırsız altınları poşete doldururken oğlunuz da pencereden çıkarak kameranın altından karşıya geçiyor. Üzerindeki ceket, pantolon, eldiven ve maskeyi çıkarak resmi kıyafetiyle kalıyor. Hızla koşarak eşyaları dışarıdaki polis aracının bagajına sokuyor. Ardından eline silahı alarak çerçeve içine girene kadar koşuyor ve kadraja girince yavaşlıyor. Ağır ağır ilerleyerek kapıdan giriyor. İçerideki hırsız silahını ateşliyor ve tabancayla birlikte altın poşetini de pencereden fırlatıp, pencereyi içeriden kapatıyor. Ardından hızla vitrinin kırık camları arasından çıkarak kaçıyor. Oğlunuz kendi planı gereği adamı öldürüp pencere önündeki silahı ve altın poşetini de alarak tekrar kameranın altından geçiyor. Tabi bu arada gözüne çarpan kurşunu da duvardan sökmeyi ihmal etmiyor. Tüm mallar arabaya yükledikten sonra telsizden anons geçiyor. Tekrar kamera altından ilerleyerek sanki ölürdüğü adamın tarafından yeni gelmiş gibi kuyumcunun önüne geliyor. Arada kaybettiği zamandan şüphelenmesinler diye ölünün üstünü aradığı yalanını söylüyor. Sonra sanki hayalet oradaymış gibi kuyumcudan içeri sesleniyor. Elinde silahla bekliyor ve ekipler gelene kadar içeri girmiyor. Gerisini biliyorsunuz.”
Komiserin ellerinin arasından çektiği yüzü ter içinde kalmıştı. Adam ilk defa yaşının belirtilerini gösteriyordu. Omuzları çökmüş, vücudu adeta küçülmüştü. Birbirine kenetlediği dişlerinin arasından ıslık benzeri bir ses çıktı. Kafasını ağır ağır kaldırarak oğluna baktı. Yüzünde öfke ve nefret seziliyordu. Asım ise tek kaşın kaldırarak dedektifi izlemeye devam ediyordu. “Daha önceki olaylara gelince” dedi dedektif parmağını kaldırarak. “Muhtemelen onları da benzer biçimde gerçekleştirdiler. Söz gelimi zengin bir adamın evi soyuluyordu. Eğer hiç kimse soyguncuları görmemişse zaten ortada sorun yoktu. Ama olur da biri fark ederse diye soyguncu hemen müsait bir yerde üstünü çıkarıyor ve bir anda polis oluyordu. Ardından olay yerinde bir hırsızın falanca yerden kaçtığını söyleyerek dikkatleri dağıtıyordu. Yakalanmadığı ya da ekipten birisi kendisini tanımadığı müddetçe sorun yoktu. Bu yüzden polislerin olduğu yerlerden uzak duruyordu. Fakat yine de riskliydi. Bu yüzden bu efsaneyi daha fazla yaşatamazdı.”
Dedektif daha sözünü tamamlamamıştı ki ihtiyar adam son kuvvetiyle ayağa fırladı ve oğlunun boğazını sıkarak diğer eliyle silaha sarıldı. Tabancayı Asım’ın başına yaslayarak emniyeti açtı. “Durun” diye bağırdı dedektif elleri havada.
“Bu şeref meselesi” dedi ihtiyar adam dişlerini sıkarak. Başına silah dayanan oğlunun az önceki halinde eser kalmamış, ölümle burun buruna olduğunu hisseden her insan gibi soğukkanlılığını kaybetmişti.
“Size hayaletin kimliğini verdiğimde benden ne isterseniz dileyin demiştiniz” dedi dedektif endişeyle. “Şimdi sözünüzü yerine getirme vakti. Sizden silahı bırakmanızı istiyorum.”
Komiser onu duymuyordu bile. Yüzünün rengi, oğlunun boğazına sardığı kalın bileğinin damarlarına yakındı. “O sen miydin?” dedi bir kez de oğlundan duymak isteyerek. “Söyle köpek, hayalet sen miydin?”
Asım yutkunarak başını salladı. İhtiyar adamın ellerinin gevşemesiyle boynunu sağa sola oynattı. “Evet” diyebildi kısık bir sesle. Dedektif genç adamın elini çaktıramadan belindeki çıkıntıya götürdüğünün gördü.
Ve az sonra evde bir patlama sesi yankılandı…
Yazar:
En Son Yazıları
- Hikaye30 Mayıs 2016Polisiye Öykü Oku: İğne Deliği
- Hikaye12 Ekim 2015Polisiye Hikaye Hayalet-Bölüm 2 Sonuc
- Hikaye12 Ekim 2015Polisiye Hikaye Hayalet-Bölüm 1
- Hikaye22 Mart 2015Katil Kim Polisiye Hikaye Bölüm 1