“Hayalet bir hırsız mı?”
Dedektifin uzun süren sessizliği bozan cümlesi odada yankılandığında bastıran karanlığın altında iki adam birbirine zıt biçimde oturuyordu. Saatlerdir kesik olan elektrik odayı kesif bir karanlığa bürümüştü. Masanın öte tarafındaki deri koltukta kırklı yaşlarının ortalarında, orta boylu dedektif vardı. Başını deri koltuğun tepesine yaslamış, sigarasının ucundan tavana doğru süzülen dumanları seyrederken, insana ilk bakışta güven veren esmer çehresi ile merak dolu bakışlar atıyordu. Çenesinde sıklaşan üçgen kirli sakalını eliyle sıvazladı. Üşengeç bir karikatüristin elinden çıkmışçasına birer çizgi halinde kaşları ve dudağının üzerinden hafifçe yukarı doğru kıvrılan, sigaradan menkul sarıya kaçmış kırçıl bıyıkları ve kemerli burnu ile Munchausen’i anımsatıyordu. Kahverengi gözlerle karşısındaki ihtiyar adamı uzun uzun tartarken sigarasını küllükte ezdi. Ağır hareketlerle ceketinden yarısı dolu bir paket çıkararak konuğuna ikram etti.
Dışarıda, geceden beri yağan kar İstanbul’u beyaza boyamasına rağmen öğlen güneşinin yüzünü göstermesiyle erimeye yüz tutmuş, kalın kar tabakasından geriye caddeleri çamura bulayan sular kalmıştı. Araçların zincirli lastikleri arkalarında siyah izler bırakarak ilerliyor, egzoz borularından yükselen gri dumanlar havada dağılıyordu. Kartpostallardaki kar manzarasıyla uzaktan yakından alakası olmayan şehir, tüm kusurlarını örtmek istercesine beyaz örtü altına saklanmıştı.
“Aynen öyle” diyerek dedektifin düşüncelerini dağıttı ihtiyar adam, başını sallayarak. Yaşı altmışın üzerindeydi. Tepesinde hala inatla duran saç tellerini özenle taramış, geniş omuzlarına tam olarak oturan kaliteli kumaştan yapılma ceketinin yakasına, ipek bir mendil takmıştı. Birbirine değecek kadar çatılan kalın kaşlar, manalı biçimde havaya kalktı. Sarışın yüzündeki endişe, yapmacık bir duygunun tezahürü değildi. “Hayalet bir hırsız,” diye tekrarladı kısılan göz bebeklerinin arasından bakarak. Yüzündeki ifadeye ters düşen bir gülümsemeyle, “herhalde odanıza giren birinin ağzını açar açmaz hayaletlerden bahsetmesi garibinize gitmiştir,” dedi bıyık altından.
“Aslında evet” dedi dedektif Mete mırıldanarak. “Önce kendinizi tanıtsaydınız çok iyi olurdu. Kiminle müşerref oluyorum?”
Sigarayı elinde yuvarlayan adam “ben komiser Akif Doğubey” dedi vakurla. Sert çehresi ve mağrur bakışları giderek belirgin bir biçim aldı. Soğuktan kırmızılaşmış burnunu çekti. Yutkunarak sigarasından bir nefes aldı. “Size danışmaya geldim zira…” Dilini dudağında gezdirerek bir süre bekledi. “Tabi bir komiserin ofisinize gelmesi sıra dışı bir durum olabilir,” dedi elini içe gömüş şakağına dayayarak.
“Hiç de değil” diye cevapladı beriki. “Gizlilik ilkemi bir anlığına çiğneyerek, buraya kimlerin yardım için geldiğini söylesem kulaklarınıza inanamazsınız.”
İhtiyar adamın sağlık fışkıran yüzü aydınlandı. Yarı aralanan dudaklarının arasından beyaz dişleri ortaya çıkmıştı. Başını kararlılıkla sallayarak, “mesleğim gereği suçun doğasını iyi bilirim” diye başladı. “Nice suçlular tanıdım. Bunların arasında katili de vardı ajanı da… Fakat şu anda karşı karşıya olduğumuz vaka itiraf edeyim, benim sınırlarımı aşıyor. Aslında sadece benim değil, öyle olsaydı buraya kadar zahmet etmeme gerek kalmazdı, konuya vakıf olan sınırlı sayıdaki emniyet teşkilatının yüksek kademesindeki görevliler de ofislerinde kara kara bu olayı düşünüyorlar. Konuyu bir şekilde öğrenmiş herkes birbirinin kulağına eğilip fısıltıyla bu hayaletten bahsediyor.” Dedektif nedense karşısındaki adamın bu sözcükten korkuyla karışık bir duyguyla bahsettiğini gördü. “Fakat sizin ününüzü duydum” diye devam etti ihtiyar adam. “Bazı vakaları şu an içinde bulunduğumuz odanızdan çıkmaya bile gerek görmeden nasıl çözdüğünüzü anlattı arkadaşlar. Umarım bu rivayetlerde abartı payı yoktur.”
Mete Urer yeni bir sigara yakarak koltuğunda dimdik oturan komiseri seyretti. Önden dökülen saçlarının intikamını almak istercesine şakaklarında biriken saçları ensesine kadar uzatmıştı. Renkli gözleri hem odayı hem de kendisini süzüyordu. “Eğer dediğiniz kadar çetin bir mesele ise” dedi dedektif dişlerinin arasından. “O halde vakanın tüm ayrıntıları anlatmak zorundasınız. Rivayetlere gelince… Birkaç hadisede polise yardım ettiğim doğrudur. Fakat tüm başarıyı kendi üstüme alamam. Emniyet teşkilatı bana birçok konuda yardımcı oldu. Şimdi siz de aynı şeyi yaparsanız başarımı tekrarlamamak için bir neden göremiyorum.” Onu yakından tanıyan hiç kimse daha fazla mütevazı olmasını bekleyemezdi.
Alnında biriken teri mendiliyle silen ihtiyar komisere boynundan sarkıttığı kelebek gözlüğü ağır ağır yüzüne geçirdi. İki yuvarlak camın ardındaki ufalan gözlerle baktı. “Ancak sağlam bir söz aldıktan sonra size anlatabilirim.” Mete Urer’in başını sallamasıyla da, konuşmasına başladı.
“Bu şehir efsanesi tam olarak ne zaman başladı, kimse bilmiyor. Soyut bir şeyden bahsederken ‘işte şu zaman ortaya çıktı’ demek çok zor. Ama işlenen suçların ortak noktalarına bakarak üç yıl kadar geriye gidebildik. Bu da bizi 2013 yılının nisan ayında Fatih’te bir tekstil patronunun lüks villasının soyulması vakasına götürdü.” Jilet gibi parlak ceketinin kollarını hafifçe sıyırarak, bileklerini dedektifin masasına yasladı. “İki hırsız o gece villaya girerek evdeki mücevherlerle birlikte, otuz bin dolar değerinde para çalmıştı,” dedi buğulu bir sesle derinlere dalarak. “Evin alarmını duyunca sıvışan hırsızlar polis gelene kadar olay yerini çoktan terk etmişti. Ev sahibi ve kızı hırsızların iki kişi olduğuna yemin ediyorlardı. Fakat civardaki komşular yüzü maskeli tek bir adamdan bahsettiler. Fakat ne hırsız ya da hırsızlar ne de çalınan eşyalar bulunabildi.” Konuşmasına bir es veren komiser, sigarayı dudaklarına götürdü. Devam ettiğinde gür sesi karanlığı delip geçiyordu. “Gelelim olaydan sekiz ay sonrasına. Gaziosmanpaşa’da bir PTT şubesinin soyulduğu ihbarı gelmişti. Polis ekipleri anında olay yerinde bitti. Görevli memurlardan biri, yüzü maskeli bir adamın sokağın sonundan kaçtığını gördüğünü söyledi. Fakat olay yerindeki üç tanık maskeli soyguncuların iki kişi olduklarını ifade ettiler. Hatta birinin içeri girerken diğerinin de dışarıda nöbet beklediğini belirttiler. Tabi bu vaka daha öncekiyle benzerlik taşıması bakımından önemliydi. Emniyet harekete geçti. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. Ne var ki korkulan oldu. Basın olayı üstü kapalı bir şekilde işlemeye başladı. İşte şehir efsanesinin temeli böylece atılmış oldu.”
Parmaklarını birbirine kenetleyen dedektif “ilginç bir vaka,” diye mırıldandı komiserin konuşmasını bölmemeye gayret ederek.
“Bu daha hiçbir şey” dedi ihtiyar adam. “Şimdi size sır gibi saklanan son vakayı anlatacağım. Zaten dananın kuyruğu bu olaydan sonra koptu. Bir hafta önce iki maskeli soyguncu, geceleyin Sarıyer’de bir kuyumcuyu soydular. Önce size soyulan sokağı tarif edeyim, zira bu kısım çok önemli bir yer tutuyor. Birbirleriyle karşılıklı mesafesi on beş metreyi bulan dükkân ve evlerle dolu bir çeşit çıkmaz sokak. Girişte sol tarafta bir berber bulunuyor, yan tarafında tuhafiye ve onun ilerisinde de kuyumcu… Karşılarında da kasap ve bakkal var. Aslında çıkmaz sokak değil ama ucunda yapımı devam eden bir inşaat olduğundan önüne tahtadan bir set çekilmiş. Bu yüzden sokağın şimdilik o taraftan çıkışı yok.”
“Bir insan bu engeli aşıp karşıya geçemez mi peki?”
“Hayır mümkün değil. Zira inşaatın temeli henüz atılıyor. Bu yüzden tahtanın ardında derinliği yirmi metreyi bulan kazı var. Kaldı ki en az sekiz çalışan orada her daim bulunuyor.” Komiser anlatmaya devam ederken Mete Urer parmağını şakağına yaslayarak tarif edilen sokağı zihninde tasarladı. Fakat sonra hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için can kulağıyla dinlemeye devam etti.
“Olay mahallinde devriye atmakta olan polis, ki bu kişi oğlum Asım oluyor, sokağın girişinden iki maskeli hırsızı kuyumcunun önünde kapıyı kırmaya çalışırken görmüş. Hemen silahına sarılarak koşturmuş. Fakat adamlar o sırada kapıyı açıp içeri girmişler bile. Asım da elinde silahla ağır ağır kapının girişine gelmiş. İçerisi tamamen karanlıkmış. Kuyumcunun ifadesine göre, dükkâna henüz alarm sistemi taktırmadığından, güvenlik icabı geceleri aydınlatma sistemini kullanmıyormuş.”
“Hırsızların bundan haberi var mıymış peki?”
“Öyle olmalı. Neyse bu noktaların üzerinde daha sonra zaten duracağız. Oğlum elinde silahıyla kuyumcuya girmiş. Ardından içeriden bir el silah ateşlenmiş. Kurşun Asım’ın yanından geçerek dükkânın camını parçalamış hatta. Onun paniklemesinden faydalanan hırsızlardan biri de dışarı çıkarak kaçmaya çalışmış. Oğlum arkasından çıkarak hızla koşarak uzaklaşan adamın peşinden gitmiş ve tek kurşunla onu oracıkta öldürmüş. Tabi bir gözü de arkasındaki dükkânda bıraktığı diğer hırsızdaymış.”
Dedektif, “demek böyle” dedi. “Sanırım oğlunuz hayalet hırsız efsanesini bitirmiş oldu.”
“Maalesef! Kuyumcunun kapısının önüne geri dönüp elinde silahıyla beklerken, anonsu duyan polisler de sokakta bitmiş. Fakat dükkandan dışarı hiç kimse çıkmamış. Üstelik ekipler kuyumcu dükkanı dahil tüm sokağı didik didik aramış fakat kimseyi bulamamış. Buna çalınan altınlar ve silah da dahil.”
“Kuyumcunun tek çıkış kapısı mı varmış?”
“Kapı olarak evet. Bir de sağ tarafa düşen bir penceresi var. Fakat ne kapıdan ne de pencereden dışarı çıkan biri olmuş. Oğlum böyle söylüyor.”
“Yanlış anlamayın” dedi dedektif hafif kekeme. “Oğlunuz soyguncunun birinin peşinden dükkândan çıkarak onu öldürmekle meşgulken, diğeri de bir fırsatını bularak kapıdan çıkmış olamaz mı? Neticede anlık bir şey bu… Belki de gözden kaçırdı.”
Komiser adeta müsamahayla gülümsedi. “Zaten olayın kilit noktası da burada… Bu anlattığım hadiseler sadece oğlumun ifadesine dayanmıyor. Kuyumcunun karşısındaki bakkalın güvenlik kamerası saniye saniye olayı kayıt altına aldı. Yani her şey adeta gözlerimizin önünde cereyan etti. Buna rağmen bizim hayalet hırsız buhar olup uçmayı başardı.”
**** **** ******
Dedektif Mete Urer pencerenin kenarına gelerek, yağmur damlalarının cam üzerindeki betonlaşmış kütleyi delmesini izledi. Kurşuni bir renk halini almış gökyüzüne baktı kafasını isteksizce kaldırarak. Ellerini arkada bağlayarak, yaşlı adama omuz üzerinden bir bakış attı. “Her şey kayıt altındaydı ha!” dedi söylenenlerinin anlamını yeni kavramış gibi gözleri dehşetle açarak. “Görüntüleri siz de izlediniz öyle mi?”
“Tabi. Hatta yanımda getirdim.” Komiser Akif elini hızla cebine daldırarak jelatin içindeki CD’yi masanın üstüne bıraktı. “Buyurun beraber izleyelim. Bakalım siz gördüklerinize bir anlam verebilecek misiniz?”
Mete Urer yeniden koltuğuna geçerek iki kahve söyledi. Laptopun power düğmesine basarak bilgisayarın açılmasını beklerken karşısındaki ihtiyarı bir kez daha tarttı. Yaşına rağmen oldukça dinç görünüyordu. Bir pehlivan misali geniş omuzlara ve çıkık göğü kafesine sahipti. Dudaklarını kenarından aşağı saldığı sarı bıyığını düzeltti iri parmaklarıyla.
“Demek oğlunuz da polis” dedi dedektif adamı incelerken, aklına takılan bir noktayı aydınlatmak için.
“Evet. Üstelik teşkilatın en başarılı polislerinden biri… Onu küçüklükten itibaren sert bir disiplinle yetiştirdim ki gerektiğinde bu şerefli meslek için ölmeyi ve öldürmeyi göze alabilsin. Polisliğin ne kadar kutsal bir görev olduğunu daha polislik okuluna yazdırırken kafasına kazıdım. Nihayet çabalarım karşılığını verdi. Aslan gibi bir delikanlı oldu. Tabi bu olayın bu şekilde gelişmesi onu da çok sarstı. Özellikle adamı öldürdüğü için sorguya çekilmesi psikolojisini biraz bozdu. Zira aslında o benim kadar dayanıklı biri değildir. Bir insanı öldürmek, bu kişi toplumu tehdit eden hırsızın teki bile olsa, duygusal bünyesine ağır geldi. Ama vazife aşkı sayesinde üstesinden gelmeyi bilecektir.” Akif Doğubey oğlundan bahsederken kendinden geçmişti adeta. Dedektif mesleğine bu denli tutkun birini görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Bilgisayarın açıldığını fark edince adamın konuşmasını bitirmesini bekleyerek CD’yi taktı. Komisere koltuğu yanına çekmesini teklif etti. Yaşlı adam tek eliyle kaldırdığı koltuğu birkaç hamlede dedektifin yanına bitiştirdi. Ekrandaki kare içinde görüntü belirince, sessizce izlemeye koyuldular. Güvenlik kamerasının saati 02:25’i gösteriyordu. Etraf koyu bir karanlık içindeydi. Kuyumcunun kapısını net bir şekilde görüş alanı dâhilinde olmasına rağmen kadraj dükkânın sağ tarafını içine almıyordu.
“Bakın şimdi hırsızlar gelecek,” dedi komiser bir film sahnesi anlatır gibi heyecanla. Az sonra kalın siyah ceketli iki maskeli hırsız sağına soluna bakınarak kameranın görüş alanına girdi ve kuyumcunun kapısı önünde durdu. Arkaları kameraya dönük olduğundan ne yaptıkları anlaşılmıyordu. Fakat birkaç dakika içinde içeri girmeyi başardılar. Kuyumcu çok karanlık olduğundan, içeride ne yaptıklarını görmek mümkün değildi. Dükkana girmelerinden yaklaşık kırk saniye sonra polis memuru çerçeveye girdi. Ayağını sürüye sürüye ağır ağır ilerliyordu. Göğsü birkaç kez hızlıca şişip söndü, omuzları yukarı aşağı oynadı. “İşte oğlum,” dedi komiser haykırarak. Adeta o anı canlı yaşıyordu. Sevincinden gözleri parlamış, heyecanından kesik kesik nefes alıyordu. “Bakın şimdi de o içeri girecek,” dedi her şey dedektifin önünde açık seçik cereyan etmesine rağmen. Genç polis Asıf elinde silahıyla içeri girer girmez karşıdan silah patladı. Bunu tuzla buz olan cam sayesinde anlamışlardı. “İşte şimdi ateş etti” dedi ihtiyar adam. Dedektif komiserin aşırı duyguların tesirinde olduğunu görerek ses çıkarmadı. Fakat özellikle onun yaşındaki biri için bu heyecan iyiye işaret değildi. Genç polis yanı başında patlayan cam yüzünden bir an afalladı. Birkaç adım geriye çıkarak kapı eşiğinde ellerini silahında kenetlendi. Az sonra vitrinin kırık camları arasından maskeli hırsızlardan biri bir ok gibi fırladı. Polis bu ani hamle karşısında önce bocaladıysa da kısa sürede kendini toplamasını bildi. “Bakın hırsızın elinde silah yok,” dedi komiser parmağını ekrana doğru uzatarak. “İçerideki arkadaşına bırakmış olmalı. Ama aramada o da bulunmadı.”
Dedektif “hmm” diye mırıldandı görüntüyü dondurarak. “Acaba adam neden sokağın çıkmaz tarafına doğru kaçıyor?”
“Çok basit” dedi komiser dalga geçer gibi. “İnşaat sokağın sonunda… O karanlıkta o mesafeden çıkış olmadığını görmesi mümkün değil ki!”
“E peki daha önce saha araştırması yapmadı mı bu adamlar?”
“Öyle bile olsa karşısında eli silahlı bir polis görünce ne yapacağını şaşırmıştır. Polisin bu kadar erken gelmesi adamların tüm planlarını altüstü etmiş olmalı. Bundan dolayı belki hesapsızca hareket etti ya da daha büyük ihtimalle oradan çıkabileceğini düşündü.”
“Evet, bu olabilir” diye itiraf etti dedektif. “Tabi olay yerini kendi gözlerimle gördükten sonra kafamda daha net bir cevap bulabilirim.” Sert bir hareketle play tuşuna bastı. Görüntü akmaya başlayınca “bakın oğlum peşinden gidiyor” diye eliyle işaret etti komiser. Genç polis birkaç metre koşturduktan sonra kameranın görüş alanından çıktı. Şimdi merak dolu bakışlar kuyumcunun kırık vitrin camı ve kapısındaydı.
“İşte en can alıcı kısma geldik” dedi komiser yutkunarak. “Kapıya dikkat edin. Hiç kimse dışarı çıkmıyor.” Dedektif heyecandan ellerinin titrediğini fark ederek pür dikkat izlemeye koyuldu. Bir dakika geçmemişti ki genç polis yeniden kadraja girdi. “Adamı öldürdü” dedi babası adeta muzafferane. “Kafasına tek el ateş etmiş. Tabi adamın üzerinde silahı olduğunu sanıyordu.” Geç adam elindeki feneri çıkararak dükkâna doğru tuttu. Diğer eli silahında hazır vaziyette bekliyordu. Ürkek adımlarla kapı eşiğinde bekledi. Hareketlerinden dükkânın içindeki diğer hırsıza seslendiği anlaşıyordu. Fakat çağrısı yanıt bulmadı. Işığı dükkânının iç kısmına doğru tutarak, etrafta gezdirdi. Kapıdan içeri adım atmaya cesaret edemiyordu. Komiser oğlunu savunmak istercesine, “tabi hırsızın içeride bir yere sıvıştığını düşündü,” dedi. “Bu yüzden polisin gelmesini beklemek en mantıklı hareket olacaktı. Zaten ben de olsam aynısını yapardım.” Görüntüler akmaya devam etti. Birkaç dakika sonra polis ordusu sokağa doluştu. Asım olan biteni anlattı onlara. Bu kez kuyumcunun önündeki eli silahlı ekip birkaç kez uyarı yaptı. Bu esnada üst dairelerden ev sahipleri olan biteni izlemek için başını uzattı. Bu sahne dedektifin ilgisini çekmişti. “Şimdiye kadar sesleri duymamış olmamaları enteresan. Hırsız ateş edip camı parçalarken ses çıkmamış mı?”
“Aslında enteresan değil” diye düzeltti onu Akif Doğubey. “Zira hırsızın silahında susturucu varmış. Cam kırıldığında ise çok fazla ses çıkarmamış. Aksi olsaydı bile duyulmazdı zira inşatta çalışma vardı. Mahalle sakinleri verdiği ifadede gürültüye oldukça alıştıklarını söylüyorlar. Birkaç tanesi hafifçe ses duyar gibi olmuş ama yatağından kalkmamış.”
Tekrar ekrana yoğunlaştılar. Polisler çapraz pozisyon alıp birbirini destekleyerek hızla kuyumcuya girdi. Arkasından diğerleri daldılar. Dükkânın içi güçlü fenerlerle aydınlatıldığından gündüz gibi olmuştu. Birkaç dakikalık hummalı çalışma sonucu hepsi yüzleri ekşi bir şekilde çıktılar dışarı. Amirleri tekrar Asım’la konuştu. Muhtmelen genç polise adamı kaçırdığını söylüyordu. Zira Asım ayağını yere vura vura çaresizlikle kıvrandı ve el hareketleriyle destekleyerek her şeyi tekrar anlattı. “İyi ki kamera görüntüleri var” dedi komiser Akif. “Yoksa oğlum onları inandıramayacak, onun hırsızın tekinin peşinden koşarken diğerinin kaçmasına neden olduğunu düşüneceklerdi.”
“Evet. İnsanın gözüyle görmeden inanmayacağı bir vaka bu!” Dedektif de şimdi komiserle aynı endişeyi paylaşıyordu. “Adam resmen yok olmuş. Fakat hay Allah! Burada oturmuş, gerçek hayatta karşılığı varmış gibi tatlı tatlı bir adamın gözlerimiz önünde kaybolmasından bahsediyoruz.”
“Görüntüler ortada” dedi komiser kaşlarını kaldırarak. “Daha ne söyleyebilirim ki!”
***** ******* ********
Ertesi gün Mete Urer olayın geçtiği sokakta adım atmadık yer bırakmadı. Kuyumcu dükkânına girerek kameranın kadrajı içine girmeyen kapının sağ tarafına düşen pencereye baktı. “Burasını polis de inceledi” dedi dedektifi eskort gibi adım adım takip eden komiser. “Hırsızın buradan kaçmasına imkân yok. Birincisi buradan dışarı çıksaydı Asım onu da görürdü. Zira hırsızı öldürdükten sonra üstünü aramış fakat bir gözü de diğer hırsız kaçmasın diye sürekli arkadaymış. Bu yüzden kuyumcuya ikinci kez girmeye cesaret edememiş zira adamın içeride olduğuna, dışarı çıkmadığına eminmiş. İkincisi, hayalet hırsız pencereden çıksa bile kaçabilmesi için sokağın girişine koşması gerekiyordu. Bu da yine kameranın önünden geçmek zorunda olduğu anlamına geliyor. Oysa görüntüleri izledik, böyle bir şey olmadı.”
Dedektif kuyumcunun karşısındaki bakkala girerek dükkân sahibiyle konuştu. İki metre yüksekliğe yerleştirilmiş, çapraz bir açıyla karşıyı çeken kamera garibine gitti. Bakkal, “aslında bu kuyumcu Şenol’un fikriydi” diye açıkladı. “Dükkânı yeni olduğundan, henüz güvenlik sistemi taktıramamıştı. Benden kameramı tam dükkânını görecek şekilde ayarlamamı istedi. Bu yüzden kamerayı çapraz çevirdim.”
Komiser bu bilgi sonrası isyan etti. Dedektifin kulağına eğilerek “şu işe bak” diye inledi. “Aslında şansımız hep yaver gitmiş. Bakkal, arkadaşının güvenliği için kendi kapısının önünü boş verip, kamerayı kuyumcuya göre ayarlamış. Adamlar hırsızlık yaptıkları gece kuyumcunun kamerasının olmamasına güvenerek rahat rahat içeri girmişler girmesine ama bu esnada karşıdan kendilerini çeken kameradan bihaberlermiş. Allah kahretsin Tanrı bile peygamberine bu kadar yardım etmez! Buna rağmen koskoca emniyet teşkilatı aval aval olan biteni izlemekle yetindik. Bu olay basına sızarsa bizi tefe koyarlar.”
Dedektif kameraya bir de dışarıdan baktı. Ardından aradaki mesafeyi göz kararı ölçtü. “Bakkal için ne diyorsun?” dedi komiserle sokakta yan yana yürürken.
“Adam temiz,” diye yanıtladı soruyu, komiser. “Polis onu da araştırdı. Olay sonrası kamera görüntülerini polise teslim etmiş. Görüntüler incelendi. Hiçbir oynama, kesme-biçme yapılmadığı ve ham görüntüler olduğu doğrulandı.”
Beklenilen ilerlemenin gerçekleşmemesi üzerine ikisi de üzüntüsüyle ofise geri döndüler. Yarım saat sonra Mete Urer, komiser Akif’le birlikte, babasıyla aynı apartmanda oturan oğlu Asım’ın evine doğru yol aldılar. Kendisiyle tanışan dedektif genç adamın da tıpkı babası gibi renkli gözlü, sarışın, iri yarı yakışıklı biri olduğunu fark etti. Otuzlu yaşlarının ortalarındaydı Asıf. Dalgalı saçları önlerden hafifçe dökülmeye başlamış, yüzü sürekli tıraş olmanın etkisiyle deforme olmuştu. Mahzun bir ifadeyle “her şey babamın anlattığı ve sizin izlediğiniz gibi” dedi dedektifin öğrendiklerini kendisine aktarması üzerine. “Hala şoktayım. Bu görünmeyen adamın hikâyesini ilk defa babam anlatmıştı. O zaman açıkça söyleyeyim inanmamıştım buna. Zaten kim inanır ki? Fakat işte başıma gelince…”
“Bir şeyi merak ediyorum” dedi dedektif genç memurun sözünü keserek. “Kuyumcudan içeri ilk defa girdiğinde iki hırsızı birden gördün mü?”
“İkisini de görmedim” diye yanıtladı Asıf. “Çünkü içerisi çok karanlıktı. Onların iki kişi olduklarını kapıyı kırmaya çalışırken sokağın ucundan gördüğüm için biliyordum. Silahımı çıkarıp dükkâna doğru ilerlerken korkmamın tesiriyle ağır davrandığımı itiraf ediyorum. Bu yüzden içeri girmelerinden yaklaşık yarım dakika sonra kapı önüne geldim. Sonra kapıdan girer girmez bir silah sesiyle şok oldum. Bakın ben polisim ama hiçbir zaman babam gibi teşkilatta dilden dile anlatılagelen cesaret timsali bir olmadım. Bunu babama da anlatmaya çalışıyorum ama faydası yok! O beni de kendi gibi zannediyor. Şimdi de bu olaydan sonra bana adeta Meryem’in kundakta konuşan İsa’ya baktığı gibi bakıyor. Oysa benim o esnada adamları iş üstünde görmem bir tesadüf neticesiydi. Kaldı ki benim yerimde başkası olsa belki ikisini birden haklardı. Oysa ben hırsızlardan birinin kaçmasına engel olamadım. Hoş nasıl engel olabilirdim onu da bilmiyorum.”
“Kendine haksızlık etme genç adam” diye onu onore etti dedektif. “Sizde de babanızda gördüğüm o cesur bakışları, o kendinden emin tavırları görüyorum. Şimdi size birkaç şey daha sorup daha fazla rahatsız etmeyeceğim. Öldürdüğünüz adamın üstünden hiçbir şey çıkmadı mı?”
“Hayır. Dükkândan çalınan üç yüz bin liralık altın ve silah da dâhil olmak üzere hiçbir şey bulunmadı. Polis rögar kapaklarına kadar tüm sokağı didik didik aradı. Gerçi koca insanın yok olduğu yerde bir poşet altın ve küçük bir tabancanın da yok olması insanın garibine gitmiyor. Üstelik vitrin camını indirip karşı duvara saplanan kurşun da ortaya yok. Aklınız alıyor mu? Hadi bir şekilde hayalet hırsız yok olmuş olsun. Adam bunu daha önce de defalarca yapmış zaten. Hadi çaldığı altınları ve arkadaşının dükkânın içindeyken az daha beni öldürmeye neden olacak olan silahını da alıp kayıplara karışmış olsun. Bunu da yine bir yere kadar anlarım. Peki ya silahtan çıkan kurşun? O nasıl yok olabiliyor?”
“Hakikaten hayatımda gördüğüm en şaşırtıcı davayla ilgileniyorum,” diye hak verdi dedektif. “Buna rağmen meseleyi halledeceğim.” Yumruk haline getirdiği elini sertçe masaya vurdu.
******* ******* ********
Soruşturma arka planda devam ederken dedektif ofisinde yine aynı misafir vardı. Bu kez resmi üniformasıyla gelmişti komiser. Elinde fotokopiciden aldığı kâğıdı sallayarak “işler iyice sarpa sardı” dedi. “Elimdeki kâğıt ölen hırsızın evindeki aramada bulundu. Tahmin et kim yazmış?”
“Hayalet katil mi?”
“Ta kendisi!” Şaşkınlıkla kafasını sallayarak “sen de bu tabire iyice alıştın değil mi?” dedi. “Neyse, bak kâğıtta ne yazıyor?”
Dedektif sigarasını pencereden fırlattı. Kâğıdı, kaptığı gibi tek nefeste mırıldanarak okudu. “Dostum benimle hazine avına var mısın? Bu kez av çok büyük… Üstelik mekânda alarm sistemi ve güvenlik kamerası da yok. Çocuk oyuncağı olacak. Sana adresi ve zamanı bildireceğim. Mekâna yine birlikte gireceğiz. Silahınla gel. Soygun sonrası polis gelmeden önce altınları ve senin silahını da yanıma alıp her zamanki gibi yok olacağım. Sonra da buluşup malları eşit miktarda paylaşırız.” Kafasını mektuptan kaldıran dedektif, “Allah kahretsin” diye kükredi. “Adam sanki gerçekten yapıyormuş gibi ‘yok olacağım’ yazmış.”
Komiser içini çekerek yaralı bir hayvan gibi inledi. “Neredeyse ben de gerçekten inanacağım.”
“Mektup bende kalabilir mi? Onu detaylı incelemek istiyorum da…”
“Tabi zaten bu dosyanın kopyası… Fakat yine de tedbirli olun. Biliyorsunuz dava halen sürüyor.”
Mete Urer başını sallayarak komiseri yolcu etti. Kapıyı arkasından kapadıktan sonra mektubu önüne aldı. Bilgisayarın hard diskine kaydettiği görüntüyü tekrar başa sararak belki onuncu defa izledi. Bir yandan da mektubu kontrol ediyordu. Saatler süren bir döngüye girmişti adeta. Kamera görüntülerini saniyesi saniyesine ezberlemişti. Bilgisayar yazısı mektubun satırlarını da… Şafak sökerken yatmaya hazırlandı. Fakat o anda beynine hücum eden bir düşünce yüreğinin çarpıntı derecesinde sıkışmasına neden oldu. Hemen bilgisayardaki görüntüyü tekrar açtı. Bakkalın çapraz yerleştirdiği kameranın açısından bir kez daha olayı izlerken, sinirden kafasını duvara vurmak istedi. Ağrıdan çatlama noktasına gelen başını ellerinin arasına aldı. “Nasıl da yemi yuttuk,” dedi karşısında biri varmış gibi. “Her şey nasıl da kusursuzca planlanmış!”
**** ***** *******
Saatlerin geçmesini beklemek Mete Urer’e acı veriyordu adeta. Gözü birbirleriyle her çeşit pozisyona giren akrep ve yelkovandaydı. Tik-takların rahatsız edici sesi eşliğinde paketinde kalan son sigarayı da bitirdi ve yola çıktı. Yarım saat sonra kuyumcunun sokağındaydı. Saat sabahın altı buçuğuydu. Bu yüzden hiçbir dükkân açılmamıştı henüz. Planını işleme koyduktan sonra bakkalın dükkânını açmasını bekledi sabırsızca. Adam kapıyı açınca da alelacele peşinden girdi. ‘Bana şu son bir saatin kamera kayıtlarını ver çabuk’ dedi hızlıca. Adam olup bitenin şaşkınlığıyla “git buradan,” dedi titrek bir sesle. “Yoksa polis çağıracağım.”
“Eğer bana kayıtları vermezsen başına büyük bir iş alacaksın” diye uyardı onu dedektif. “Seni son kez ikaz ediyorum.”
Bakkal adamın yüzüne ısrarla bakınca onun dünkü adam olduğunu anladı. “Vereyim vermesine” dedi geri adım atarak. “Zaten olayın benimle ne alakası var ki! Neden korkayım.” Fareyi sıkıca kavrayarak belgelerim klasöründeki, kamera dosyasının içini açtı. Kayıt altına alınan görüntülerin son bir saatini seçerek dedektifin uzattığı USB’ye attı. Mete Urer “teşekkürler” dedi ön taraftan bir bisküvi alarak. “Senin şu kameranın açısı nelere mal oldu bir bilsen!” Yüzünde acı bir gülümseme ile dükkandan çıkarken bakkal ardından şaşkın şaşkın bakıyordu.
Cebindeki son parayı taksiye vererek komiserin evine gelen Mete, kapıyı çalınca, pazar sabahı kahvaltısını yapan mutlu aile pozu da dağılmış oldu. Komiser Akif kapı önünde onu görünce eşine masaya bir bardak daha koymasını rica etti. Geniş dikdörtgen masada; Genç polis Asım ve ailesi, abisi Fuat ve kardeşi Zeynep vardı. Dedektif yemek boyunca malum konuyla ilgili ağzını açıp tek kelime etmemesine karşın komiser parlayan gözlerinden ve titreyen ellerinden her şeyi anlamıştı. Mete Urer yerinde duramıyordu adeta. Birkaç lokmalık kahvaltısını bitirdikten sonra çayı yanına aldı. Sofra toplanırken Akif Doğubey yanına gelerek sessizce “isterseniz içeri geçelim” dedi. Dedektif kırçıl bıyığını burarak başını salladı.
Misafir odasında Asım, dedektif ve komiser baş başaydılar. “Bizi burada kimse rahatsız etmez,” dedi komiser, dedektifin sürekli kapıya baktığını fark ederek.
Mete Urer uykusuzluk ve stresten morarmış gözüyle karşısındaki iki adama baktı. Bir insanın otuz yıl önceki ile sonraki hali gibiydiler. Birbirine yakın boylu, iri yarı, sarışın ten ve sert bir çehre… İkisi de avına atılmaya hazır kaplan gibi gergin bir şekilde bekliyorlardı.
Dedektif “her şeyi çözdüm” dedi gözünün önünden bir karasineği kovarcasına. “Hayaletin ipliğini sonunda pazara çıkardım.”
“Hadi canım” dedi inançsızlıktan çok merak duygusuyla komiser. “Adamın nasıl kaybolduğunu bildiğini mi söylüyorsun?”
“Tabi.”
“Kaybolan kurşunu, silahı, altınları…”
“Her şeyi” diye cevapladı Mete Urer dingin bir yüzle. Sonunda amacına ulaştıktan sonra verdiği çabayı buna değmez bulan insanların yüz ifadesiyle.
Polisiye Hikaye Hayaletin 2. Bölümü (Sonuç) için tıklayınız.
Yazar:
En Son Yazıları
- Hikaye30 Mayıs 2016Polisiye Öykü Oku: İğne Deliği
- Hikaye12 Ekim 2015Polisiye Hikaye Hayalet-Bölüm 2 Sonuc
- Hikaye12 Ekim 2015Polisiye Hikaye Hayalet-Bölüm 1
- Hikaye22 Mart 2015Katil Kim Polisiye Hikaye Bölüm 1